Merhabalar, nasılsınız? Ben idare ediyorum, kedim Felix ciddi bir hastalığa yakalandı ve birkaç günüm hastanede geçti. Artık evdeyiz ama özenli bir şekilde bakıma ihtiyacı var. Bölümün gecikme nedeni bundandı, profilimde de yazmıştım ama profilime yazdıklarım sadece takipçilerime bildirim olarak gittiğinden herkes görmemiş olabilir. Dün geceden beri dört sayfası kadar yazabilirdim, lakin bölüm henüz tamamlanmadı. Yine de yazdığım kısmını paylaşmak istedim ki sizi daha fazla bekletmeyeyim. Bölümün bu kısmında sirelerin tarihini öğreneceğiz, ikinci kısımda da Aurora'nın tarihini. Umarım bölüm beklediğinize değer, yorumlarınızı dört gözle bekliyorum, iyi okumalar.
Sevgiler, Ayşenur
Multimedya: Aurora
Bölüm şarkısı: Agnes Obél - Riverside
Bölüm 45
Aurora
Evden çıkarken üzerime bir hırka dahi almamıştım. Üzerimde bol bir tişört ve bir taytla deniz kenarındaki kayalıklarda oturuyordum. Neyse ki hava hala bozuktu da etrafta bana garip garip bakacak insanlar yoktu. İnsanların bakışlarını umursayacak havada da değildim gerçi.
İçimde garip bir boşluk hissediyordum. Hani böyle, bir şey olur ve elinizden bir şey gelmez ama sanki daha önce müdahale etseydiniz her şeyi düzeltebilecekmiş gibi hissedersiniz ya, işte öyle bir boşluktu bu da. Sanki daha önceden müdahale etsem dayımı kurtarabilirmişim gibi hissediyordum. Onun da gittiğini kabullenmek kolay değildi. Her an çıkıp gelecekmiş gibi geliyordu hala.
Nefes alamıyordum sanki. Bu biraz ironikti, çünkü hem suda hem de karada nefes alabilen bir ırktan geliyordum. Ama yine de şu an boğulacakmışım gibi hissediyordum. Neden sürekli ailemi kaybediyordum? Sanki gittiğim her yere ölüm götürüyor gibiydim.
Ben bir sirendim, insanlar için ölümcül olan. Fakat aynı zamanda da melezdim ve sanırım bu nedenle sirenler için de ölümcüldüm. Nereye koysanız oraya uymayan bir yapboz parçası gibiydim. Belki de doğru yapbozun içine karışmış yanlış bir yapboz parçasıydım.
Kayalıkların aralarındaki taşlarla oynamayı bırakıp kafamı kaldırdım ve dalgalı sulara baktım. Orada, kuzey kutbuna doğru, suların altında bir krallık vardı. Bir siren krallığı. Benim halkım, benim krallığım. Neredeyse hissedebiliyordum, sular beni çağırıyordu. Her ne kadar uyumsuz bir yapboz parçası gibi olsam da sulara aittim, siren geni ağır basıyordu. Lider nehir tanrısından gelen bir gen nasıl daha ağır basmazdı ki? Ama sulara ait olduğumu hissetmemin tek nedeni biyolojim değildi. Ruhen de sulara ait olduğumu hissediyordum. Arkamı dönüp şehre doğru baktığımda bir karmaşa görüyordum ve kendimi şehre karşı yabancı hissediyordum. Üzerinden on yıl geçmişti, nasıl insan olunduğunu bile unutmuştum ve kara bana sadece hüzün getiriyordu.
Eskisi kadar karaya çıkma arzusu hissetmediğimi fark ettim. Hatta sanırım artık bunu hiç arzulamıyordum. Şimdi ise sadece sulara geri dönmeyi arzuluyordum. Eskiden sudayken boğulduğumu hissederdim fakat şimdi karadayken boğuluyormuşum gibi hissediyordum. Ve hissettiğim bir şey daha vardı; ait olduğum yeri bulmam. Annemin neden beni saraya emanet ettiğini hiçbir zaman öğrenemeyecektim sanırım ama annem doğru olanı yapmış gibiydi, ait olduğum yeri daha ben doğmadan bilmişti. Bir siren, asla insanların arasında yaşayamazdı, insanlara getireceğimiz tek şey savaş ve ölümden ibaretti.
Kafamı dağıtmaya çalışıyordum; aslında yıkılmamak için bir şeylere tutunmaya çalışıyordum. Bu düşünceler, benim için uçurumdaki son dal parçası gibiydi. Eğer o dala tutunamazsam veya o dal koparsa düşecektim. Düşecek, düşecek ve en sonunda yere öyle bir çakılacaktım ki bir daha ayağa kalkmam imkansız olacaktı. O yüzden sımsıkı tutunuyordum bu düşüncelere.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aurora'nın Şarkısı 1-Kutup Gecesi
FantasyAdrian suydu, Nikolai kara. Aurora ise suya çekilen ama karaya özlem duyan bir siren melezi. Savaş yaklaşırken tarihin ilk melezinin ne olduğu hakkında bir bilgisi ve ona yol gösterecek kimsesi yoktu. Ölümcül siren sesi, karadaki insanlar için bir t...