Bölüm 31
Adrian
İlk atak, çanları çalmamızın ertesi günü olmuştu. Savaşa yeterince hazırlanamamıştık fakat Australis çoktan hazırdı; bu yüzden Australis'e göre daha fazla kayıp vermiştik.
Aurora, iki haftadan fazla bir süredir Australis'teydi ve hâlâ ondan bir haber yoktu.
Kaç gündür savaştığımızı kesin olarak bilmiyordum, zaman kavramımı neredeyse yitirmek üzereydim. Orduyla birlikte Kral Jørgen de savaşıyordu ama ortada dönen oyunları anlayamadığı ve göz göre göre Aurora'yı Australis'e gönderdiği için derin bir pişmanlık ve vicdan azabı duyuyordu. Bu da onun savaşta dikkatinin kolay dağılmasına neden oluyordu. Kjell'i Kral'ın yanında savaşması için görevlendirmiştim, benden sonra ancak Kjell, Kral'ı koruyabilecek düzeydeydi.
Kiandra'nın melezlerle ilgili söyledikleri beni endişelendiriyordu. Melezlerle ilgili olan neydi? Onları bu kadar önemli kılan neydi? Lanet Australis, niye melezleri bu kadar çok istiyordu? Ne kadar düşünürsem düşüneyim cevapları bir türlü bulamıyordum. Ama içimden bir ses çok yakında cevapları öğreneceğimizi söylüyordu. Çünkü Australis'in melezleri bir araya getirmesiyle bize savaş açması aynı zaman dilimine denk geliyordu ve bunun bir nedeni olmalıydı.
Bir sonraki muharebenin ne zaman olacağından emin değildim. O zamana kadar diken üstünde oturmaktan başka çaremiz de yoktu.
"Prensim," diyerek dikkatimi dağıttı Haakon, "gözcüler yeni bir birliğin buraya doğru geldiğini bildirdi ve yalnız değillermiş."
Ona doğru dönerken kaşlarımı çattım. "Ne demek yalnız değillermiş? Kim onlara yardım eder ki?"
Haakon birkaç saniye duraksadıktan sonra o kelimeleri söylemeye dayanamıyormuş gibi bir çırpıda konuştu. "Deniz kızları."
Şaşkınlığımı bir süre üzerimden atamadım. Deniz kızları tüm sirenlere inanılmaz bir kin beslerdi, bu yüzden bugüne kadar hiçbir sirene yardım etmemişlerdi. Şimdiyse bir siren krallığını yok etmeye ant içmiş bir diğer siren krallığına yardım ediyorlardı. Kral Robert, onlara çok iyi bir teklif sunmuş olmalıydı.
Deniz kızlarının bizden nefret etmelerinin birkaç başlıca sebebi vardı. En büyük sebebi bizi kıskanmalarıydı. Deniz kızları bizim gibi yürüyebilmek ve üreyebilmek istiyorlardı. Ama bu istekleri imkansızdı. Deniz kızlarının bacakları yoktu, kuyrukları vardı ve bir çift bacağa sahip olmalarının imkanı da yoktu. Ortada hiçbir deniz erkeği de olmadığı için üreyebilmelerinin de olanağı yoktu. Deniz kızları nüfuslarını arttırmayı her şeyden çok istiyordu ama onlar belli bir sayıyla yaratılmışlardı ve ne o sayının altına düşebiliyorlar ne de üstüne çıkabiliyorlardı. Hayır, ölümsüz değillerdi. Sadece bir deniz kızı öldüğünde onun yerine bir yenisi doğardı.
Bir deniz kızının ölümünü veya doğumunu daha önce hiç görmemiştim ama söylenilenlere göre bir deniz kızı öldüğünde vücudu şeffaflaşıp ışıldar ve sonra gece gökyüzünde görünen yıldızlar gibi suda dağılırmış ve ardından o yıldızlar dibe çökermiş, sonra ölen deniz kızının enerjisiyle beslenen topraktan aynı şekilde ışıldayan ve içinde bir embriyo barındıran bir kapsül ortaya çıkarmış. Bunun doğru olup olmadığından emin değildim ama tüm dünyadaki deniz kızları sayısının yüz ile sınırlı olduğundan emindim. Yüz tane deniz kızının bir gün başımızı ağrıtacağını tahmin edemezdim.
"Kaçı?" diye sordum.
"Sadece yarısı."
"Diğerlerinin de yardım ettiğine eminim. Onların birbirlerine nasıl da sıkı sıkıya bağlı olduklarını bilirsin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aurora'nın Şarkısı 1-Kutup Gecesi
FantasíaAdrian suydu, Nikolai kara. Aurora ise suya çekilen ama karaya özlem duyan bir siren melezi. Savaş yaklaşırken tarihin ilk melezinin ne olduğu hakkında bir bilgisi ve ona yol gösterecek kimsesi yoktu. Ölümcül siren sesi, karadaki insanlar için bir t...