39. Bölüm

8.5K 686 78
                                    


Multimedya: Nikolai

Bölüm 39

Nikolai


Aurora, tıpkı bir ruh gibiydi, kuzey ışıkları kadar solgun ve narin görünüyordu. Adrian onu buraya bıraktığından beri ortalıkta sessiz sedasız dolaşıyordu. Hatta bazen onu bile yapmıyordu. Bazen saatlerce ortadan kayboluyor, sonra kendi kendine ortaya çıkıyordu.

Onu anlıyordum ya da en azından anlamaya çalışıyordum. Kendini çaresiz, güçsüz ve işe yaramaz hissediyordu. Krallıkta işlerin nasıl yürüdüğünü bilemezdim, üstelik bu krallık bir siren krallığı olunca bilmem daha da imkansız olurdu ama Adrian, bir gün tahta çıkacak olan bu adam, onu buraya bıraktıysa bir bildiği var demekti.

Hâlâ, Adrian'ın Aurora'yı bana emanet ettiğine inanamıyordum. Adrian, sandığımdan daha mantıklı bir adamdı, ne diyebilirdim ki?

Onları vedalaşırken görmüştüm ve kalbime oturan o berbat ağrıya rağmen hüzünlenmeden edemedim. Aurora ve Adrian'ın bir arada olması, daha önce gördüğüm hiçbir şeye benzemiyordu. Kabul etmek ne kadar zor olsa da onlar, birbirleri için yaratılmış gibiydiler.

Bazen pes etmenin eşiğine geliyordum, sonra nedense kendimde savaşma gücünü tekrar buluyordum. Bu öyle zor bir karardı ki bir sonuca varamıyordum. Sanki ondan vazgeçtiğim an boşluğa düşecekmişim gibi geliyordu. Son iki yılımı onu severek geçirmiştim ve şimdi birden, bu sevgimden vazgeçersem ne yapacağımı bilemezdim. O boşluğu nasıl doldururdum ki?

Evde köşe bucak onu ararken son bir umut arka bahçeye bakan pencereden dışarı baktım. Oradaydı, çocukluğumuzdan beri bahçede duran salıncaklardan birine oturmuş, ayaklarıyla kendini yavaş yavaş ileri geri sallarken yere bakıyordu.

İlk günler hiçbir şey yemediği için korkmuştum, hastalanabilir ya da daha kötüsü açlıktan ölebilir diye düşünmüştüm. Onun bu ruh halinden dolayı yemek yemediğini sanmıştım. En sonunda bu konuda ona çıkıştığımda bana sevimli bir şekilde gülümsemiş ve sirenlerin yemek yemediğini söylemişti. Aurora yarı insan olduğu için yiyebilirdi ama buna ihtiyacı yoktu. Sirenler ambrosia bile içmiyorlardı, oysaki yarı tanrı sayılırlardı.

Bir süre daha onu pencereden izledim, yalnız kalmaya ihtiyacı var gibiydi. Kafasının içinin de fırtınada kalmış şehir kadar karışık olduğunu tahmin ediyordum. İri yağmur damlaları verandanın korkuluklarını dövüyordu, rüzgâr pencere pervazlarında korkunç bir çığlık sesi çıkarıyordu, etrafta farklı nesneler uçuşuyordu. Hava tam anlamıyla berbattı ama Aurora'nın bundan zerre kadar bile rahatsız olduğunu sanmıyordum. Aksine, sanki sıcak bir yaz günündeymiş gibi orada öylece oturuyordu.

Kafasını kaldırıp gökyüzüne baktı, saçları rüzgârın etkisiyle bir yana savruldu. İster istemez onu ilk gördüğüm geceyi hatırlamıştım. Gözlerimi gökyüzüne onun gibi çevirdim ne gördüğünü merak ederek ama gökyüzünde kara bulutlardan başka bir şey yoktu. Arada bir şimşekler etrafı aydınlatıyordu ama sadece o kadardı. Yine de o, bu fırtınanın ortasında bir tanrıça gibi duruyordu. Fırtına, onun ruh haline öyle yakışıyordu ki.

Verandanın kapısını açıp verandaya çıktıktan sonra arkamdan kapıyı kapattım. Soğuk ve rüzgâr anında bana öyle çarptı ki buz kesildim. Bu havada bahçeye sadece kazakla çıkmak delilikti ama umursamayıp yürümeye devam ettim. Sessizce yanındaki diğer salıncağa oturup onun gibi yavaşça kendimi sallamaya başladım.

Kısa bir sürenin ardından ilk konuşan oldu. "Sence insanlar değişir mi?" diye sordu birdenbire. Böyle bir soruya karşı hazırlıksızdım. "Yoksa onlar aynı kalır da bizim onlar hakkındaki düşüncelerimiz mi değişir?"

Aurora'nın Şarkısı 1-Kutup GecesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin