13. Bölüm

13K 1.1K 67
                                    

Bölüm 13

Aurora


Adrian'la birbirimizden özür dilemedik. Çünkü ikimiz de özür dilemek istemiyorduk. İkimiz de kendimizi haklı olarak görüyorduk ve ikimiz de özür dilemeyecek kadar gururlu ve inatçıydık.

Australis'in gelmesine dakikalar kala saray hâlâ sessizdi ve hüzünlüydü. Saraydan kaçıp karaya çıkmış olmam ve Adrian'ın herkesi beni bulmak için seferber etmesi sarayın eğlencesini ve neşesini kaçırmıştı, herkes ciddi ve diken üstündeydi. Bu, onlara Josefina'yı hatırlatmıştı. Ama onlara Josefina'yı hatırlatan tek şey ben değildim. Australis'in zamansız ziyareti de pek çok şeyi hatırlatmıştı. Josefina'nın düğünden kaçıp karaya çıkması, bir insana aşık olup onunla evlenmesi, halkına ihanet etmesi...

Kralın misafirlerini kabul ettiği salonda toplandık. Adrian ile aramızda soğuk rüzgarlar esiyordu. Dayım en sonunda bir ona bir bana bakarak "Aranızda ne geçtiği umurumda değil. Sakın bunu Australis'e yansıtmayın." dedi itiraz istemediğini belli eden bir ses tonuyla.

Adrian'la bakıştıktan sonra omzumun üzerinden arkamda ayakta duran Elisa'ya baktım. Bana üzgün ama destekleyici bir ifadeyle gülümsedi. Tekrar önüme döndüğümde Adrian'ın hâlâ bana baktığını fark ettim. Kral haklıydı. Ne olmuş olursa olsun Australis'e bu soğukluğu göstermememiz gerekiyordu.

Kralın misafirleri kabul etmesinden ve Australis prensi ile prensesinin içeri takdim edilmesinden sonra içeri ilk giren Prens Blade oldu. İtiraf etmem gerek ki eğer en yakışıklı erkekler listesi yapıyor olsaydım kesinlikle ilk ona girerdi. Ama ne yakışıklı erkekler listesi yaptığım vardı ne de birini sırf görünüşü için sevdiğim olmuştu.

Prens Blade ile aramda bir yıldan biraz az vardı ve o benden büyüktü. Duyduğuma göre Josefina düğünden kaçtıktan sonra Australis Kralı Robert soylu ailelerden birinin kızıyla evlenmişti. Gelini düğünden kaçtıktan sonra hemen nasıl başka biriyle evlenip çocuk yapabilmişti anlamıyordum.

Prens Blade'in hemen ardından Prenses Kiandra da içeri girdi. Abisi gibi mükemmel mavi gözlere sahipti. Ama abisinin sarı saçlarının aksine kızıl saçlara sahipti.

Tanışmanın ardından Prens Blade "Geciktiğimiz için üzgünüm. Uçağımız rötar yaptı." diye açıklama yaptı.

Şaşkınlıktan gözlerim büyüdü. Ne uçağından bahsediyordu o? "Karadan mı geldiniz?"

Blade gülerek bana döndü. "Aslına bakarsan havadan geldik."

"Yani demek istediğim uçağa binmek için de ilk önce karaya çıkmanız gerekiyor."

"Biz sık sık karaya çıkarız."

Adrian'a dönüp "Gördün mü? Onlarda karaya çıkmak yasak değilmiş." dedim.

Adrian gözlerini devirip homurdandı, küfrettiğine yemin edebilirdim. Kral ise bir tartışma çıkmadan ve gerginlik olmadan önce öksürerek araya girdi. "Size odalarınızı göstersinler, yorgunsunuzdur."

Blade teşekkür edip hafifçe başını eğdikten sonra "Çok güzel olur. Fakat rica etsem bana odamı Prenses gösterebilir mi?" diye sordu.

Ne? Ben mi? Kaşlarımı kafa karışıklığıyla çatıp ona baktım. Sonra da cevabını duymak için dayıma döndüm.

"Tabii ki, hem tanışmış olursunuz." Emir büyük yerden olunca bir şey diyemedim. Adrian belki de haklıydı. Çünkü kral her ne kadar dayım olsa da kendimde ona karşı koyacak gücü bulamıyordum. Annemin devrik kraliçe olması da bu işi kolaylaştırmıyordu.

Blade tekrar teşekkür ettiğince Adrian yine homurdandı, gelir gelmez benimle yalnız kalmaya çalışmasından zerre hoşlanmamıştı. "Öyleyse Prenses Kiandra'ya da Adrian eşlik etsin." diye önerdi dayım, bu harika bir fikirmiş gibi. Ne düşünüyordu ki? Adrian'ın on beş yaşındaki bir kızla evlenmeye razı olacağını mı? Doğrusu ben de on yedi yaşındaydım ve Adrian'la adı konulmamış ilişkim ben o yaşlardayken ciddileşmişti. Küçük bir ihtimal de olsa tüm bunların gerçekleşebileceğini fark ettiğimde yutkundum. Pekala, şimdi homurdanma sırası bana geçmişti.

Salondan çıktığımızda "Gerçekten de karaya çıkmanıza izin yok mu? Senin için bile mi?" diye sordu Blade.

Ona yan bir bakış atıp tekrar önüme döndüm. "Evet, bana bile." dedim.

"Ama senin bu yasağı takmadığını duydum."

Bunu nerden nasıl öğrendiğini bilmesem de onayladım. "Evet, doğru duymuşsunuz."

Prens Blade birden durup önüme geçtiğinde ben de durmak zorunda kaldım. Onun yüzüne bakana kadar konuşmayacak gibiydi, bu yüzden kafamı kaldırıp onun mavi gözlerine karşılık verdim. "Eninde sonunda aramızdaki resmiyeti atıp bana soğuk davranmayı bırakacak mısın yoksa kendimi şimdiden buna hazırlayıp ona göre mi sana yaklaşmalıyım?" diye sordu.

Laflarındaki bariz ima bana onların buraya gelme amacının tam da tahmin ettiğimiz şey olduğunu düşündürdü. "Şey, üzgünüm. Aslında iyi bir zamanda gelmediniz. Biraz moralim bozuk, yoksa sizinle bir ilgisi yok."

"Resmiyet kalıyor yani?" diye sordu tek kaşını kaldırarak.

"Ah, hayır. Sadece alışkanlık."

"Bana Blade de, olur mu?"

"Peki. Zaten bu aralar herkes benden onlara isimleriyle veya isimlerinin kısaltmalarıyla seslenmemi isteyip duruyor." Birden ne dediğimi fark edip elimle ağzımı kapattım. "Üzgünüm. Kabalık etmek istemedim."

"Sorun değil, prenses. Birileri seni üzmüş demek ki. Hayatında benden başka erkeklerin de olduğunu görmek üzücü."

"Anlamadım?" diye sordum, doğru duyduğumdan emin olamayarak.

"Anlayacaksın." dedi ve yürümeye devam etti.

Prens Blade'le tanışmam böyle olmuştu. Onun şımarık bir prens olduğunu, şu ana kadar istediği her şeyi elde ettiğini ve kendini beğenmiş biri olduğunu düşünüyordum. Yine de Blade'de bir şey vardı; garip bir çekicilik, aşırı cüretkârlığından ve zevzekliğinden gelen bir çekicilik. Ona kızamıyordunuz, onda şu sevimli kötü çocuk havasından vardı. 

Aurora'nın Şarkısı 1-Kutup GecesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin