İnsanoğlu yaşamın her anında acımasızlaşır, körelir ve hırçınlaşır. Birilerine zorla bir şeyler yaptırmak, onlara istemeye istemeye bir şeylere zorlamak biz insanlığın vazgeçilmez bir parçasıdır. Bu niçin böyle olmak zorundadır, bilmiyorum. Lakin belli bir yaşa geldiğimizde ebeveynlerimiz artık bazı kararları bize bırakmayı öğrenmeli veya da doğru ebeveynler olmayı öğrenmelilerdi. Bu konunun nerden çıktığına gelecek olursak da koridorlarda bağıra çağıra kolundan tutulup zorla psikiyatra getirilen çocuğu görünce düşünmüştüm tüm bunları. Ne küçük düşürücü ve özgüven kırıcı bir davranıştı ama.
Ebeveynlerine kınayıcı bakışlar attığım çocuk benden önce farklı bir doktorun odasına girmişti. Girmeden önce gözleri beni bulmuş ve sanki onu kurtarmam gerekiyor gibi bir bakış atmıştı bana. Yardım edemediğim herkes için üzgün hissetmek beni daha da üzüyordu. Ama maalesef ki hayatta kahraman olmak gibi bir seçeneği seçememiştim hiçbir zaman.
Doktor yine her zamanki güler yüzlülüğüyle beni karşıladığında benimde içime sebepsiz bir şekilde mutluluk tohumları serpilmişti bile. Aynı ifadeyle karşılık verdim. Ben böyleydim işte, birisi bana güldüğünde bende ona gülüyordum otomatik olarak. Çünkü bir tür nezaket anlayışıydı benim için. Yerimi aldıktan sonra halimi hatırımı sordu ve iyi göründüğümü söylemeyi de ihmal etmedi. Hâlâ kafamı kurcalayan şeyler olsa da evet biraz daha iyiydim.
Bugün cam kenarındaki koltuklardan birinde misafirlik edecektim. Hava öyle güzeldi ki, tarifsiz bir bahar havası ve yeşillikli bahçede kuş cıvıltıları vardı. Koltuktaki yerimi aldım ve bir süre Bayan Lee'nin karşıma gelip oturmasını bekledim. Birkaç materyalini alıp gelmiş ve karşıma oturmuştu. Geçen gün olanları anlatmaya karar vermiştim doktora. Fakat suçlanma duygusunun aslında beni ne kadar da içine çektiğinden bahsettim en çok. Bunun üzerine konuşmuştuk bugün. Biraz da çocukluk travmalarıma inmiştik. Her seans bunu yapıyorduk azar azar. Eskiyi düşünmek pek iyi gelmese de anlatmayı seçiyordum. Çünkü anlatırsam rahatlıyordum ve anlatırsam iyileşecektim. Bunun bilincindeydim.
Seansın ortalarına doğru doktor, dikkatini çeken şeyle cama biraz daha yaklaştı ve bahçeye baktı. Ardından gülümsedi. Merakla ona bakıyordum. Ne gördüğünü merak ediyordum. Eliyle tam karşısını gösterdi. Gösterdiği yöne baktım ben de.
"Bak şuradaki çocuğu görüyor musun?" Başımı olumlu anlamda salladım. Bu oydu. Geçen gün konuşmaya çalıştığım ama suratıma kapıyı çarpan kişiydi. Aslında en başından beri ilgimi çekmişti onun bu halleri. Şuan bahçede bir bankta oturuyordu. Fakat her şeye öyle çok yabancı gibiydi ki etrafına garip garip bakıyor ve neyin ne olduğunu çözümlemeye çalışıyordu. Bir korkak gibiydi tıpkı. Her an bir şey veya biri ona zarar verecek gibi diken üzerinde duruyordu. Sanki ilk kez dışarı çıkmış gibiydi. Onu iki defa odasında görmüşüm. Diğerleri gibi dış dünyayla bağlantı kurmayarak kendini bir odanın içine mahkum ettiğini çok rahat anlamıştım.
"Choi San. Benim en başından beri ilgilendiğim bir hastam. Buraya geldiğinden beri hiç dışarı çıkaramamıştım onu. Hatta yatağından bile kalkmazdı asla. Ailesi geldiğinde bile ilgilenmez ve yatağında oturmaya devam ederdi."
Geçen gün beni fark ettiğinde merak edip kapıya kadar gelmesini anımsadım. Gülümsedim sonra kendi kendime. Dünyaya inmiş bir yabancı gibi garip garip oturmasını izledik bir süre. Tekrar seansa dönmek için yerimize geçerken bir süre daha baktım.
"Giderken eğer hâlâ orada olursa, onunla konuşabilirim değil mi?" Yerime geçtikten sonra doktorun cevabını bekledim.
"Bu tehlikeli olabilir Wooyoung. İnan bana, burada hiç kimse göründüğü gibi değil."
Zaten dışarıda da bu böyle değil miydi? Herkesin içinden bambaşka biri çıkıyordu. Ve ummadık taşlar baş yarıyordu, hem de kanatana kadar. Sorun olmayacağını, dikkat edeceğimi söylediğimdeyse çoktan onayı kapmıştım." Pek konuşacağını sanmıyorum. Kız kardeşi bile onu görmeye geldiğinde konuşmuyor. Sadece boş boş bakıyor. Ağzından çıkacak tek bir söz bile mutlu edecek oysaki."
Doktor ne söylüyorsa zıttını geçen gün geldiğimde yaşamıştık. Benimle çok kısa da olsa konuşmuştu, merak edip bana bakmaya gelmişti. Ve seans sonlandığında orada olursa eminim ki yine benimle konuşacaktı. Yine de umudumu kaybetmemiş gibi davranıp dediklerine başımı sallamakla yetindim. Geri kalan zamanda aklımın ucunda duruyordu Choi San. Hâlâ orada mıydı? Orada olması için yüzbinlerce kez dua etmiş olabilirdim. Ve evet, bu sefer şanslıydım.
Ben toparlanıp çantamı sırtıma takarken doktor tekrar bir göz atmış ve neşesi yerinde bir şekilde konuşmuştu. "Hâlâ orada, bakalım sana cevap verecek mi?" Sadece gülümsedim ve nasıl indiğimi bile bilemediğim merdivenleri sanki saniyeler içinde bitirmiş gibi hissettim. Beni gördüğüne emindim. Sakince yanına yaklaştım.
"Oturabilir miyim?" Hiçbir şey demeden yüzüme baktı sadece. Banktaki boş kalan yere oturdum. Sadece bana bakıyordu. Ben ise bahçenin sağ köşesine, sol köşesine ya da binaya bakıyordum. Artık dayanamayıp ona döndüğümde gözleri yüzümde gezintiye çıkmış gibiydi.
"Geçen günkü teklifim için geldim." dedim şakayla karışık. Kendine gelmiş gibi önüne döndü. Hiçbir şey söylemedi. Gerçekten bir şeyler söylemesine ihtiyacım vardı. Git deseydi bile kabulümdü. Bende onun gibi önüme döndüm tekrar.
"Demek teklifimi kabul etmiyorsun. Yani beni yalnızlığa mahkum ediyorsun öyle mi?"
Tekrar keskin bakışlarını yüzüme çevirdi. Bu bakıp bakıp durmaları bir müddet devam etti ve en son baktığımda gerçekten gülümsüyordu. Dudakları hafiften gerilmişti ama sanki gülmeyi bile unutmuş gibiydi. Beceremediğini anlayınca tekrar eski haline döndü. Belli belirsiz gülümsemesine genişçe gülümseyerek karşılık vermiştim, onun aksine.
"Peki o zaman fikrin değişirse daha sonra tekrar konuşabiliriz belki." Kucağımda duran çantamı alıp ayaklandım. Arkamı dönmüş gidiyorken duyduğum sesle zafer kazanmış gibiydim adeta.
"Hiç arkadaşın yok mu gerçekten?"
Ona döndüm tekrar ve parlayan gözlerine baktım. Güneşin teninde yer ettiği aydınlık, bembeyaz tenini daha da ihtişamlı gösteriyordu. Küçük gözleriyle bana bakan bir adet çocuk vardı karşımda şuan. Kalbi kırık, canı yanmış bir çocuk.
"Gerçekten hiç arkadaşım yok." Yanına oturdum tekrar. İfadesizliğini koruyordu, bense bir şeyler söylemiş olmasının mutluluğunu yaşıyordum içimde. Ufacık da olsa konuşmuştu ya bu bana yeterdi.
"Tekrar gelecek misin?" Sorusuna şaşırmıştım ama belli etmemeye çalıştım. "Geleceğim." dedim basitçe. Yine bir şeyler düşündü sessizce. Tekrar birkaç kelam etmesini bekledim. Belki de gerçekten benimle arkadaş olmak istiyordu. Belki de artık yalnızlıktan sıkılmıştı.
"O zaman cevabımı daha sonra söyleyeceğim. Şimdi git." Dediğine gülümsedim. Yüzüne bakıp uzun uzun gülümsedim hem de. Aslında belki de dünya tatlısı biriydi. Sadece yaşanılanlar onu bu hale getirmişti. Benimle konuşmayı, bana cevap vermeyi değer gördüğü için mutluydum şuan. Yine gözlerinde takılı kaldım bir süre. Choi San hayatımda gördüğüm en güzel insanlardan biri olabilirdi. Abartmıyordum o gerçekten güzeldi. Böyle bir yerde aylardır kendini kapatmış olmasına ve aylardır mutluluğu tatmamış, gülümsememiş olmasına rağmen çok güzeldi.
"O zaman hoşça kal." Bütün samimiyetimle veda ettikten sonra yüzünün biraz değiştiğini hissettim. Tedirginlikle yerinde kıpırdanmıştı ama cevap vermeden sadece gitmemi bekledi. Kalbi kırık iki çocuk olarak iyi anlaşacağımıza canı gönülden inanmıştım o kapıdan çıkarken.
______
"Yana yakıla seninle konuşmak istediğim anlarda düğümlenen dilim engeldi bana. Bir de sen çok güzeldin Wooyoung. Konuşmakta güçlük çekemiyormuşum gibi aynı zamanda güzelliğin de bağlıyordu tüm uzuvlarımı."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sandman | woosan ✓
Fanfiction𝑅𝑢ℎ𝑢𝑚𝑑𝑎𝑘𝑖 𝑐̧𝑖𝑐̧𝑒𝑘𝑙𝑒𝑟𝑖𝑛 𝑜̈𝑙𝑚𝑒𝑠𝑖𝑛𝑒 𝑖𝑧𝑖𝑛 𝑣𝑒𝑟𝑑𝑖𝑔̆𝑖𝑚 𝑖𝑐̧𝑖𝑛 𝑜̈𝑧𝑢̈𝑟 𝑑𝑖𝑙𝑒𝑟𝑖𝑚. 𝑂𝑛𝑙𝑎𝑟ı 𝑦𝑎𝑠̧𝑎𝑡𝑎𝑐𝑎𝑔̆ı𝑚𝑎 𝑠𝑜̈𝑧 𝑣𝑒𝑟𝑚𝑖𝑠̧𝑡𝑖𝑚. 𝐹𝑎𝑘𝑎𝑡 𝑠𝑒𝑛 𝑠𝑎𝑘ı𝑛 𝑜̈𝑙𝑑𝑢̈𝑟𝑚𝑒 𝑔𝑢̈𝑧𝑒𝑙 𝑐...