17-Ruhundaki Ölü Çiçekler

42 6 7
                                    

İnsanlar amma acımasız yaratıklardı. Hayatınızı mahvederler, size en büyük acıları yaşatırlar ve sonra hiçbir şey olmamış gibi bir de size bağırıp çağırırlardı. Ve gerçekten bunları kasten yaptıklarını düşünürdünüz. Çünkü sizin tüm psikolojinizin altını üstüne getirdikten sonra bir de üstüne düzelmeye çalıştığınızı görmek onları delirtirdi.

Tam da babamı delirttiği gibi. Telefondan bile ateş püskürecek kıvama gelmiş olan adam eve gelmem için bağırıp çığırıyordu. O eve gitsem ne olacaktı sanki? Bir ton azar yiyip geri dönecektim. Umurlarında bile değilken neden önemsiyor gibi davranıyorlardı ki böyle? Ben zaten biliyordum beni umursamadıklarını. Fakat onların derdi başkaydı işte. İsimlerine leke gelmesin istiyorlardı. Babamın çevresi biraz olsun genişti ve arkadaşlarının kulağına giderse kim bilir ne kadar utanırdı? Ne kadar mahcup olurdu, psikoloğa giden oğlu olduğu için.

Telefonda kendini yırtmasına ve tehditler savurmasına karşılık sakince cevap verip geleceğimi söyledim. Gelmezsem o gelirdi. Ve evime adımını atsın istemiyordum çünkü her gittiği yeri felakete çeviren bir özelliğe sahipti kendisi.

Ben şehrin bir ucunda, onlarsa diğer ucunda yaşıyorlardı ve oraya motorla gitmeme imkan yoktu. Bu yüzden otobüsü ve metroyu kullanmak zorundaydım. Yolda kulaklığımı takmış müzik dinlerken eve gidince ne gibi hakaretlerin ve sözlerin beni karşılayacağından çok San'ı düşünüyordum. Çünkü alışmıştım, iki bağırıp ardından yollayacaklardı ve yanlış bir şey yapmamam için uyaracaklardı. Ama San kim bilir şuan ne yapıyordu? Az da olsa yemek yemiş miydi, ilaçlarını almış mıydı? Veya artık ben olmadan da uyumaya çalışıyor muydu, kafamın içinde hep bunlar dolaşıyordu.

Bunları düşünürken son durağa geldiğimi fark ettim ve eve yürümeye başladım. Geçen seneden beri kaç kere gelmiştim buraya. Bir, iki? Hatırlamıyordum bile. Hiç kimse kimsenin eksikliğini hissetmiyordu. Ne ben onların, ne de onlar benim. Kapıyı tıklattığımda yabancı bir kadın açtı. Yeni çalışan olmalıydı. Gerçekten filmlerdeki kadar zengin değildik. Buna gerek var mıydı? Ailemin zengin olma çabaları bayağı komiğime gidiyordu doğrusu. İçeri geçtim. Annem, babam ve abim. Hepsi tek tek dizilmiş sanki memleket meselesi varmış gibi gelmemi bekliyorlardı. Bu konuyu bu kadar büyütmelerine bir an kahkaha atacaktım ama tuttum kendimi.

Bir hoş geldin bile dememelerini es geçtim. Onlardan hoşgörü beklemek aptallık olurdu.

"Sen hiç akıllanmayacak mısın?" Babamın ani çıkışına tepki vermeden izledim. "Sen hiç akıllanmayacak mısın, nerede itlik, pislik sen oradasın."

İtlikten, pislikten kastığın neydi de beni bunla suçluyordu diye düşünmeden edemedim. Eğer tedavi olmak itlik pislikse evet öyleydim. Bomboş ifademden dolayı daha da sinirlenmişe benziyordu. Sakin kalmam onu çıldırtırdı ama bağırıp çağırırsam da çıldırırdı. Böyle de tutarsız biriydi işte. 

"Delirdin mi sen? Başımıza bir deliliğin eksikti, onu da mı oldun?" Ağzımı açıp cevap vermiyordum. İçimden gelmiyordu. Bu kafada birine laf anlatılmazdı çünkü. Ne gerek vardı dil dökmeye, kendimi yormaya.

"Senin zaten küçüklüğünden belliydi böyle olacağın. Sen daha şu kadarcıkken kafayı yemiştin."

Babamı ve abimi anlıyordum. Bana bu şekilde davranılırken canları acımıyordu. Kendi menfaatlerini düşünüyorlardı. Fakat annem, o nasıl dayanıyordu ki? Bir anne nasıl dayanabilirdi çocuğunla böyle konuşulmasına? Sonuçta beni o doğurmuştu. O çekmişti tüm kahrımı. Şimdi nasıl babamın cahil cühela kafasına uyup da bana böyle davranılmasına izin veriyordu ki? 

Sadece bakışlarımı annemde tutuyordum. Sadece ona bakıyordum, babam kendi kendine söylenirken. Nasıl buna izin verirsin, neden beni korumadın der gibi bakıyordum en çok. Ve o da bunları anlıyor olacak ki suçlu gibi yerinde tedirgince kıpırdanıyor, az da olsa yüzü kızarıyordu.

Sandman | woosan ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin