22-Ait Hissetmek

47 6 28
                                    

Artık insanlara bir şeyleri açıklamanın tamamen zaman kaybı olduğunu anladığımda bu eylemden vazgeçmiştim. Çok basitti, insanlar beni anlamıyordu çünkü. Beni anlamayan insanlara laf anlatmak boşa zaman kaybı olacak ve üstüne bir de beni olumsuz etkileyecekti. Bende bir süre sonra vazgeçmiştim işte. Aileme karşı bu tavrı takındığımdan tecrübeliydim. Onların  cevaplamaya değmeyecek sorularına cevap bile vermiyordum artık. Şahsen bu zamana kadar beni önemsemeyen insanlar için hiçbir şeyden feragat edemezdim. Hem zamanından hem de kendi psikolojimden yeteri kadar feragat etmiştim şu zamana kadar.

Şuan babamla arabanın içinde ilerlerken neden beni almaya geldiğini merak dahi etmedim. Çünkü belli başlı konularda takıntılık yapıyor ve canımı acıtmak için her yolu deniyordu. Bana aniden hastane konusunu açmasına hiç de şaşırmadım. Normal bir baba, oğlunun halini hatırını sorardı, onunla vakit geçirirdi. Tıpkı Hyunwoo -ağabeyim- ile yaptığı gibi. Fakat bana hiç normal olmamıştı. Aslında normal olan şeyler çok ilgimi çekmez ve sevmezdim. Fakat onun hep normal, alışılmış tipte bir baba olmasını istemiştim, tüm hayatım boyunca.

"Hastaneye gitmeye devam ediyorsun değil mi?"

Camdan bakmaya devam ettim, hiçbir tepki vermeden. Bildiği şeyi sormasına gerek yoktu. Zaten en başından biliyordu onu dinlemeyeceğimi, kendi yolumu çoktan çizmeye başladığımı.

"Ben sana gitmeyeceksin dedim, ama sen hâlâ gidiyorsun?"

Kendi kendine konuşmasını dinledim bir müddet. Küfürler savurdu, lanetler okudu. Ve ben sadece dinledim. Konuşursam daha da bağırırdı, şuan kafamı ağrıtmak en son isteyeceğim şeydi.

"Yetmemiş, bir de kendine ibne sevgili yapmış beyefendimiz. İbne olduğunu zaten biliyorduk da deli biriyle de olacağını hiç düşünmemiştim Wooyoung. Nasıl bu kadar alçalabilirsin?"

Hangi söylediğine sinirleneceğimi şaşırmıştım. Bana ve San'a ibne demesine mi, ona deli demesine mi yoksa bunu alçaklık olarak görmesine mi? Öyle çok sebep vardı ki saldırıya geçmem için.

"Durdur arabayı." Durdurmayacağını anladığımda bu sefer bağırarak söyledim. Kapıları kilitlediğinde bana başka seçenek bırakmamıştı.

"Bana deli diyordun hep hatırladın mı? Camı kırar gerekirse öyle atlarım. Oğlunu öldürdü diye manşetlere düşersin sonra."

Çok geçmeden otobanın kenarında durdu. Vızır vızır geçen arabaların sesleri kulağımı tırmaladı. Arabadan inip nefes aldım. O da inmişti. Tabii daha edecek çok hakareti olmalıydı.

"Sen nasıl yaparsın bunu? Sen benim oğlumsun! Nasıl yaparsın böyle iğrenç bir şeyi?"

"Ben senin oğlun falan değilim! Tamam mı? Değilim! Ne zaman babalık yaptın sen bana da bu kadar rahat söyleyebiliyorsun bunu? Bunca zamana kadar dedemin parasıyla okuttun, yedirdin diye baba olunmuyor. Babalık bu değil! Hyunwoo'ya çok güzel yapıyorsun babalığını, lütfen git sadece ona yap. Benim seni baba diyerek sevmeye ihtiyacım yok!"

Bir tane mimik oynamadı suratında. Her zaman bana bakarkenki gibi kaşları çatıktı. Kendine laf gelmesin diye iyi niyet göstermeye çalışıyordu fakat ben bunları yiyecek biri değildim. Zira kendisini çok iyi tanıyordum. Şan, şöhret ve itibar için yapmayacağı hiçbir şey yoktu.

"Bir deliyle beraber olmak ne demek sen biliyor musun?"

"O deli değil!" Tüm gücümle bağırıp sinirden ayağımı yere vurdum. "Deli olan kim biliyor musun? Sensin deli. Ve senden daha deli olan benim. Bulaşma artık bana. Rahat bırak beni!"

Tehditkar çıkan sesime karşın sadece yüzüme baktı bir süre. Öyle boş boş, anlamaya çalışır gibi. Ama anlayamazdı. O bu zamana kadar hiçbir şey anlayamamıştı. Hiçbir şeyi fark etmek, görmek, duymak istememişti. Kulaklarını tıkamıştı benimle ilgili olan her şeye.

"Bununla çok yakından ilgileneceğim. Ve seni de evlatlıktan reddediyorum. Senin gibi biri benim oğlum olamaz."

"İsabet olur." Anında verdiğim cevaptan sonra arabasına binip gitmişti. Gözümde yaşlarla kalakalmıştım yolun ortasında. Bir ailenin olmaması kötüydü, evet. Fakat varken yok olmaları çok daha kötüydü. Çok daha can yakıcıydı. Sığınabileceğim, düştüğümde koşabileceğim biri olmamıştı hiç. Herkesin arkasında ailesi varken benim ardım hep boşluktu.

Yürümeye başladım yol boyunca. Nereye çıkıyordu bilmiyordum bile ama bir şekilde bulurdum yolumu. Her zaman olduğu gibi.

Ağlaya ağlaya ne kadar yürüdüğümü bilmiyordum ama sonunda eve gelebilmiştim. Masanın üzerindeki ilaçlar gözüme takıldığında birkaç gündür içmediğimi anımsadım. İçmek için yeltensem de geri bıraktım. Nasıl bir duygu içindeydim bilmiyordum. Evlatlıktan reddedilmiştim. Zaten bir ailem yoktu fakat fiilen de sona ermiş gibiydi.

Omuzlarımdaki yük daha da ağırlaşmıştı. Kendime bile itiraf edemesem de, hâlâ bir umudum olduğunu biliyordum. Belki bir gün ailem bana şefkat gösterir ve belki sadece bir gün de olsa aile olma duygusunu tadarım diye umut kırıntıları vardı içimde. Şimdi o kırıntılar da yitmişti. Benim de en büyük eksiğim buydu işte. Bir ailem yoktu, benimle birlikte hiç aile olamamışlardı.

Acaba San nasıl hissetmişti? Annesi gittiğinde, babaları da onları bırakıp gittiğinde neler hissetmişti? İyi şeyler yaşamadığı apaçık belliydi ama insanlar böyle bir durumda ne hissederlerdi ki? Belki de hiçbir şey hissetmeye bile gücüm kalmamıştı artık. Bedenim ve ruhum çok yorulmuştu. Dinlenmeye ihtiyacım vardı. Sanki dünyaları taşıdığım güçsüz kollarım şikayet ediyor ve artık dinlenmek istiyorlardı. Şimdi San'ı çok daha iyi anlıyordum. Ve bu raddeye geldiğim için yine kendimi suçluyordum.

_____

"Sen güçsüz değildin Young, belki de güçsüz dediğin kolların bir gün taşlaşmış bir beden taşıyacaktı. "

Sandman | woosan ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin