7-Yanarken Yaşamak

50 9 5
                                    

*Arctic Monkeys- I wanna be yours*

Medya ile birlikte okumanızı tavsiye ederim, keyifli okumalar:) 


İnsan ilacının nerede olduğuna inanırsa, orda olmaktan mutluluk duyardı. Size iyi gelen biri varsa ona gitmekten mutluluk duyacağınız gibi. Tamamen sizin elinizdeydi. İnancınız varsa hayattan beklentiniz olurdu. İnancınız varsa, yaşamak isterdiniz. Yaşam böyle kolaylıkla vazgeçilebilecek bir şey değildi, olamazdı da. Onca kalabalığın içinde yalnız büyümüş biri olarak söylüyordum tam olarak bunu. Yaşamak için mutluluğa muhtaçtık. Bir sürü kötü şeyin arasında bizi gülümsetebilen tek bir şey dahi varsa yaşardık bu hayatı. Berbat ötesi hayatıma güzellik katan biri vardı ve ben her hafta sıkılmadan hem onu görmek hem de iyileşmek için geliyordum buraya. İlk başta gelme amacım sadece iyileşmekken, şimdi beraber iyileşmek isteyeceğim biri vardı. 

Yeni bir seansın başlaması için yeniden aşina olduğum odaya girdim. İlk başlarda bana gerginlik hissettiren bu oda artık beni germekten çok rahatlatıyordu. 

Geçen seanstan sonra Sanla konuştuğumu gören doktorum duygulanmış gibiydi, gözlerimin içine bakarken. 

"Wooyoung, çok teşekkür ederim."

Hâlâ gülümserken baktım ona. Devam etti ardından. "O sadece seninle bile olsa konuşuyor. Buna o kadar çok seviniyorum ki. Yaklaşık bir senedir burada olmasına rağmen ağzını bıçak açmamıştı. Fakat bıçaktan daha güçlü şeylerin olduğunu gösterdi bu durum bana. Sanırım kendini sana yakın hissetti, bilmiyorum fakat ona iyi geleceğinden şüphem yok."

"San iyileşecek, ben inanıyorum. Onun için elimden geleni yapmak istiyorum. Geçen gün bankta ona arkadaşlık teklifi ettim. Bir dahaki gelişimde cevabını vereceğini söyledi."

Heyecanlı ve bir o kadar umutlu ses tonum ona da umut kırıntıları serpiştirmiş gibiydi. Henüz bunları konuşmak ne kadar erken olsa da aylardır kimseyle konuşmayan çocuk benimle konuşmuştu. Açık konuşmam gerekirse bu durumda kendimi biraz özel hissetmiştim. Belki de gerçekten arkadaşa ihtiyacı vardı ve gözüne beni kestirmişti. Çıkarken yanına uğradığımda neler olacaktı merak konusuydu. Çok oyalanmadan bunları bir kenara bırakıp seansa başlamıştık. Öncelikle nasıl hissettiğimi sormuştu. Buraya gelirken iyi hissetsem de son zamanlarda yaşadığım şeyleri hatırlayınca gülüşümün anlık olarak silinmesinden anlaşılırdı nasıl olduğum. Öfkemi kontrol edemeyip saldırıya geçtiğim günü hatırladım. Her şeyi detayına kadar anlattım ve uzun uzun konuştuk bu konu hakkında.  

Seans bitiminde ben odadan çıkarken, bana şans dilemişti bolca. Aşağı indim ve kapının önünde durup üstümü başımı kontrol ettim. Kapıyı birkaç kez tıklatmama rağmen ses gelmiyordu. Yavaşça kapı kolunu indirip tedbirli ve sakince odaya girdim. Arkası dönük beden öylece uzanıyordu yatakta. Hareketsiz, nefes dahi almıyor gibiydi. Uyuyup uyumadığından emin değildim.

"San?" Ses gelmemişti. Yavaş yavaş yaklaştım. "San, uyuyor musun?" Daha da yaklaştım tedirginlikle. Daha da, daha da ve daha da. Yüzünü görebilecek yakınlığa geldiğimde eğilip baktım. Uyumuyordu ama ağlıyordu. Öyle sessiz ağlıyordu ki yanına geldiğimde ancak duyabilmiştim o küçük hıçkırıkları. Uzattığı kollarında yaralar vardı. Canı yanıyor gibiydi fakat hangi açıdan olduğunu çözümleyemiyordum. 

"San!" Telaşlı telaşlı seslendim ve kendime çevirdim. Göz altları mosmordu ve yüzünün rengi yoktu. Hiçbir ifade yoktu. Gözlerinde yaşlarla öylece bakıyordu. Kendinden geçmişti çoktan. 

"San, san kendine gel. Lütfen kendine gel!" Yanaklarına hafif hafif vurarak ve sarsarak kendine getirmeye çalıştım onu. Ama olmuyordu. Her an yanlış bir şey yapabilirdim. Ona zarar vermekten korktum. Kapıya çıkıp hemşirelere seslendim. Birkaç hemşire telaşlı bir halde gelip çok da zorlanmadan onu kendine getirmeyi başarmışlardı. Artık ezberlemiş gibilerdi, hangi durumda ne yapmaları gerektiğini. Bu yüzden çok kısa sürede San kendine gelmeye başlamıştı. Geçen ki geçirdiği nöbet ne kadar gürültülüyse bu da bir o kadar sessizdi. Ama sessiz olan çok daha tehlikeli gelmişti gözüme. Kendine gelmeye çalışan bedeni izlerken hemşirenin bana sorduğu soruyu bile algılayamamıştım.

"Siz Choi San'ın yakını mısınız?" Kem küm edip cevap veremeyince hemşire beni dışarı çıkarmaya çalışmıştı. Bense hâlâ ona bakıyordum. Yattığı yerden bana 'gel' işareti yapmıştı. Yanına gitmeden önce dilim çözülmüş gibiydi.

"Ben arkadaşıyım onun. Doktorunun bundan haberi var." Böyle söyledikten sonra bizi bırakıp odadan çıkmışlardı. Yanına yaklaştım gülümseyerek. Daha iyi gibiydi ve oturmamı söyleyerek, yatağı patpatladı. İstediğini yapıp yanına oturdum.

"Korkuttum mu?" Başımı olumsuz anlamda salladım. Ondan korkmamıştım. Ona bir şey olacak diye korkmuştum.

"Sana bir şey olmasından korktum." Hafifçe doğruldu yerinde. Sıvanan kollarına baktım. Kırmızılıklar ve morluklar vardı. Kolunu tuttum. Kıyafetini biraz daha sıvadım ve izlerin üzerinde parmaklarımı dolaşırdım. Gözlerimin dolmasına engel olamadım. Ben ne ara bu hale gelmiştim? Choi San ne zaman bağlamıştı beni kendine böyle?

"Sen mi yaptın bunları?" Benimki de soruydu işte. Bir şeyler anlatsın diye gözünün içine bakıyordum. Ama kapalı kutu gibiydi. Sadece yüzüme bakmaya devam etti. Cevap vermesine gerek yoktu. Zaten biliyordum. Konuşsun istiyordum, bir şeyler anlatsın bana.

"Konuşmayacak mısın? Diğerlerine yaptığın gibi mi yapıyorsun yine bana da?"

Kolunu elimden çekti sertçe. Yüzünü cama doğru çevirdi. Tekrar bakışlarımız buluştuğunda sanki ona bir sürü kötülük yapmışım gibi bakmaya başladı birden. Bakışlarının altında ezilir gibi oldum. Gözyaşlarımı zor tutuyordum çünkü bir insanı bu halde görmek benim canımı acıtıyordu. Ve o en başından beri benim için çok farklıydı.

"Sarıl bana." Yüzüme bakmadan söyledi bunu. Sanki çok kötü bir şey istiyor gibi. Ne dediğini idrak edemediğimden kaşlarımı çatıp yüzüne baktım. Tekrar gözlerini odanın herhangi bir yerinde gezdirdi. Bir kez daha tekrarlamadı. Oturduğum yerde biraz daha ona kaydım ve başını göğsüme yasladım. Sıkı sıkı sardım zayıf bedenini. Saçlarını okşarken ağladığını anlamam çok uzun sürmedi. Çok acı çekiyordu. Çok fazla acı çekiyordu. Anlatsa iyi gelecekti belki de ama anlatamıyordu. Gücü yoktu.

Biraz ağlamasını dinledikten sonra göğsümden ayırdım ve gözyaşlarını sildim gözlerinin içine bakarken. Gözlerimde takılı kaldı ve ağlaması durdu bir süre sonra. Bakmaya devam ettim. Uzun uzun baktı gözlerimin içine. Bende onun kahverengilerinde takıldım. Kollarımdan kurtulmak istediğini anladığımda özgür bıraktım.

"Git Wooyoung. Daha fazla kalma burada, git." Bir şeyleri istemiyor, kendine hakim olmaya çalışıyor gibiydi. Benden kaçmaya çalışıyordu fakat beni istiyor gibiydi aynı zamanda. Tavrına karşı çıktım.

"Neden hep gitmemi istiyorsun? Varlığım seni mutsuz mu ediyor?"

Cevabını beklemeye başladım, belirsizlikle. Kafasını olumsuzca salladı. Ve daha sonra konuşmadı. Biraz daha bekledim. Belki kalmamı istediğini söyler diye ama söylemedi. Hiçbir şey demeden çıktım odadan. Neden ağladığımı ve neden hep onun yanında kalmak istediğimi bilmiyordum. Onun hakkında bir şey bilmezken onu böylesine istemem normal miydi? Yanında kalmak istemem doğru muydu ki bunları hissediyordum. Yoksa yeni bir okyanusa mı kapılmış gidiyordum. Eğer öyleyse bu okyanus çok daha farklıydı. Her an ne olacağı belirsiz, ucu bucağı olmayan dipsiz bir okyanustu. Boğulmaktan korkmayacağım hatta boğulmayı dileyeceğim türdendi.

_________

"Gözlerine bakmak hem içimi cayır cayır yakarken hem de nasıl yaşadığımı hissettirebilirdi? Bu nasıl mümkün olabilirdi? Gözlerinin sonsuz parıltısında kendimi kaybetmeyi umdum her bakışında." 

Sandman | woosan ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin