Emre Aydın- Hoşça kal
(* işaretini koyduğum yerden itibaren müzikle dinleyiniz lütfen:)
Hayat çok acımasızdır. Hiçbir anınızı bir anınıza tutturmaz size. Dengelerinizi alt üst eder sonra da hiçbir şey olmamış gibi yaşamanızı bekler. Bir şeyler eksilir hayatınızdan ya da hiç ummadığınız kişiler girer ama siz buna alışmak zorundasınızdır. Başka bir seçenek sunulmaz. Boyun eğilir tüm önümüze sunulanlara. Bu nasıl bir katılıktır böyle? İnsanoğlu için alışmak kavramı normalde çok basitken kötü olaylara alışmak zaman alır. İnsanlar alışmak istemezler kötülere. Üzülme duygusunun olduğu hiçbir şeye çabucak alışamamıştım hiçbir zaman. Alışmak istememiştim en başta. Tıpkı o gün ve ondan sonraki hayatımda olduğu gibi. Bir aramayla bu denli mahvolacağımı kim bilebilirdi ki?
Kendimi kandırdığımı, bunca zamandır hiçbir şeyin normale dönmediğini kabullenmek canımı yakmıştı. En çok canımı yakansa oydu. Beni katlanamayacağım, boyumdan büyük acılarla tanıştırmıştı. Sanki evimi kaybetmiştim ben. Ailemi, yuvamı kaybetmiştim. Her gece başımı yastığa koyduğumda göğsümde kaldıramayacağım kadar ağır bir yük karşılıyordu beni. Yediremiyordum artık. Onun yanımda olmayışını kendime yediremiyordum. Can sızılarım giderek artarken nasıl yaşayacağımı bile bilmiyordum. Tıpkı onun da dediği gibi yaşamak güçleşmişti bu yangın yerinde.
5 gün önce
Cebimde titreyip duran telefonu umursamayışım öfkemdendi. Her kim arıyorsa çok pis can yakacaktım bu yüzden açmak istemedim başta. Öfkemin sebebiyse karşımda bana tehditler savuran abimdi her zamanki gibi. Eve gelmem ve San'ı tamamen bırakmam için tehdit ediyordu. Küçücük şirkete varis olmam için çabalıyordu ve her şey ona kalacakken neden rekabet istiyordu anlamıyordum. Bu denli önemsiz bir şey için nasıl beni çileden çıkarabilirdi anlamıyordum.
"Şirkette çalışmak zorundasın, adımızı kirletemezsin!" Yumruğumu sıktım. Sabrediyordum. Sadece sabrediyordum çünkü sabrım taşmak üzereydi. Ve taşarsa da olacaklardan asla sorumlu değildim.
"Ulan göt kadar şirkette neyin rekabetini yapıyorsun? Kendinizi ne zaman büyük görmeyi bırakacaksınız çok merak ediyorum, çünkü adımız kirlenmiş kirlenmemiş kimsenin umrunda bile değil. Siz baba-oğul kimsenin umrunda değilsiniz ki!"
Kendini savunmak için cümleler sarf etmeye başladığı sırada cebimde titremekten bir hal olan telefonumu açmaya karar verdim. Ekrana göz ucuyla baktığımdan tam anlayamamıştım aslında kimin aradığını. Sesinden tanımıştım, bu Bayan Leeydi.
"WOOYOUNG ACİLEN GELMEN GEREK! SAN..." Duraksamasından ve bağıra bağıra ağlayarak konuşmasından çok kötü bir şeyin olduğunu anlamıştım ama. Aklımdan hiçbir şey geçmemişti o an. Tek bir şey biliyordum ki gerçekten çok kötü bir şey olmuştu.
"BAYAN LEE SAN NE? NE OLDU SAN'A?"
"..."
***
Gözlerimi açtığımda arabada gidiyorduk. Camlar sonuna kadar açıktı ve rüzgar yüzümü yalayıp geçiyordu. Ne olduğunu unutmuştum anlık. Lakin çok sürmemişti. Telefon konuşması beynimde dolanmaya başlarken neden arabada olduğumu ve neden bu süratle gittiğimizi anlamıştım. Konuşamıyordum. Kelimeler ağzımdan çıkmamak için büyük bir direnç gösteriyordu. Suskunluğum bana galip geliyordu. Yanımda arabayı süren abim bir şeyler soruyordu ama cevap verecek kuvvetim, gücüm yoktu. Sadece yolu izleyebiliyordum. Gittikçe yok olan şeritler beni içine hapsedip daha çok düşünmemi ve gerçeklerle yüzleşerek ağlamamı sağlıyordu. İnanmıyordum, San öyle bir şey yapmamıştı. Şimdi ben oraya gidecektim ve onu sakinleştirecektim. O yaşıyordu ve ben gittiğimde her şey eskisine dönecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sandman | woosan ✓
Fanfiction𝑅𝑢ℎ𝑢𝑚𝑑𝑎𝑘𝑖 𝑐̧𝑖𝑐̧𝑒𝑘𝑙𝑒𝑟𝑖𝑛 𝑜̈𝑙𝑚𝑒𝑠𝑖𝑛𝑒 𝑖𝑧𝑖𝑛 𝑣𝑒𝑟𝑑𝑖𝑔̆𝑖𝑚 𝑖𝑐̧𝑖𝑛 𝑜̈𝑧𝑢̈𝑟 𝑑𝑖𝑙𝑒𝑟𝑖𝑚. 𝑂𝑛𝑙𝑎𝑟ı 𝑦𝑎𝑠̧𝑎𝑡𝑎𝑐𝑎𝑔̆ı𝑚𝑎 𝑠𝑜̈𝑧 𝑣𝑒𝑟𝑚𝑖𝑠̧𝑡𝑖𝑚. 𝐹𝑎𝑘𝑎𝑡 𝑠𝑒𝑛 𝑠𝑎𝑘ı𝑛 𝑜̈𝑙𝑑𝑢̈𝑟𝑚𝑒 𝑔𝑢̈𝑧𝑒𝑙 𝑐...