33-Biz Solmadıkça Yeşerecek Çiçekler

23 7 7
                                    

LANY- IF THİS IS THE LAST TİME


Sabahın en sessiz saatlerinde kalkmış ve çiçeklerimi sulamaya başlamıştım. Yavaş yavaş büyüyorlardı, sanırım onlara güzelce bakmayı başarıyordum. Ölmelerine izin veremezdim. En güzel ilgiyi gösteriyordum ki hiç solmasınlar... Çünkü onlar bizdik. Biz solmadıkça solmayacaktı onlar da. 

Kapıda beliren simayla başta irkilsem de evde bir kişinin daha olduğunu ve bunun San olduğunu anımsayınca rahatlamıştım. San, eni konu durmuş beni seyrediyordu hâlâ uykulu uykulu bakan gözleriyle. Onu fark ettiğimi görünce gülümsedi. "Günaydın." dedi yanıma gelip belime sarılırken. Bende aynı şekilde karşılık verdim. Omzuma çenesini dayayıp benim gibi çiçeklerimize bakmaya başladı.

"Çok güzel bakıyorsun, anlıyorsun dillerinden." Söylediğine karşı gülümsemekle yetindim. Biraz daha uğraştıktan sonra ortamı bozmak zorunda kalıp içeriye girdim ve kahvaltı etmemiz gerektiğini hatırlattım. Sabah, Bayan Lee beni aramış ve San'ı bugün içinde götürmem için tembihlemişti. Bu yüzden son beraber olan sabahımızda da güzel geçirmek istiyordum vakti.

Kahvaltımızı yapmış ardından da hazırlanmaya başlamıştık. San'ı bıraktıktan sonra okuluma geçecektim. Yanıma kitaplarımı ve bilgisayarımı da aldım. San'ın hazırlanmasını beklerken salonda oturdum. Yanıma geldi. Yüzümdeki o anlamsız ifadeye karşı çenemden tutup kendine çevirdi yüzümü.

"İyi misin güzelim?" İyi olduğumu belli etmek istercesine bir mırıltı çıkardım. Ama yine de bu sorusunu geçiştirmek ister gibiydim. Şu iki günde alışmıştım varlığına, evde olmasına. Şuan gidiyor oluşuna üzüldüğümü o da biliyordu. Bu yüzden üzerinde durmadı çünkü ikimizin de elinden gelen bir şey yoktu. Toparlandıktan sonra evden çıktık. Apartmandan çıkar çıkmaz karşımda dikilen abimi görmemle içimdeki iç savaş kendini belli etti. Sanırım onunla görüşmediğim için buraya kadar gelmişti.

"Merhaba Wooyoung, nasılsın?" Hiçbir şey demeden yüzüne baktım. O da Sanla birleşik olan ellerimize bakıyordu.

"Sevgilinle tanıştırmayacak mısın beni?" Hâlâ tepkisiz bir şekilde yüzüne bakmaya devam ettim. Tabii ki de öyle bir şey yapmayacaktım. San'ı tanıdığına adım gibi emindim çünkü. Babam biliyorsa, o da biliyordu. İkisi de aynı b*k'un lacivertiydi benim gözümde. 

"Bende kendim tanışırım o zaman." Elini, San'a doğru uzattı. "Ben Hyunye... Wooyoung'un abisiyim." San da kararsızlıkla bir bana bir abime bakıyordu. Hyunye'nin elini indirdim. San'a dokunsun bile istemiyordum.

"Ne istiyorsun?" diye sordum hâlâ buz gibi olan tavrımı koruyarak. Yüzündeki o kibirli ifade silindi ve yerini daha hüzünlü bir ifadeye bıraktı. Ama her ne yaparsa yapsın, tüm mimikleri yapmacıktı.

"Annem hasta..." Kaşlarım istemsizce çatılırken içime bir öküz oturdu. Kötü bir şey olup olmadığını soramadım bile. Ben sormadan da o söylemişti zaten. "Zatürre dedi doktor fakat riski varmış. Hastanede kalıyoruz şuan. Gelip görmek istersen diye söyledim."

Üzülmüştüm ve deli gibi görmek istiyordum şuan. Ne de olsa annemdi. Ne diyeceğimi bilemeyerek sustum sadece. "Seninle konuşmam gereken şeyler var, annemi görmeye gelirsen konuşma fırsatımız olur." Dik bakışlarını San'ın üzerinde gezdirdi. Yanımda o olduğu için konuşmadığını açıkça belli etmişti. Sadece gidişini izledim. Tek dileğim bir an önce annemi görmekti.

"Wooyoung, iyi misin bebeğim?" Karşıma geçip yüzümü elleri arasına aldı. Başımı olumlu biçimde salladım aheste aheste. Yolumuza koyulduk. Ama bütün yol boyunca huzursuzdum. Neyseki başımı yaslayacağım bir omuz vardı yanımda. Yol boyunca ondan destek alarak, onda dinlenerek gitmiştim. Hastaneye vardığımızda önce doktorun yanına uğradık. San'ı iyi görünce mutlu olmuştu ama bana döndüğünde bir sıkıntı olduğu çok belliydi.

Sandman | woosan ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin