Hani bir müzeye gittiğinizde sizin en çok ilginizi çeken bir sanat eseri olurdu. Ona bakakalırdınız. Neyi yansıttığını bulmak için saatlerce düşünürdünüz ama aslında sizi yansıtırdı ya o sanat eseri. Bu yüzden ona çekilirdiniz ya zaten. Ya da bir manzara varsa karşınızda, saatlerce oturur izlerdiniz ve asla sıkılmazdınız. Bu da öyle bir şeydi işte. Benim için şuan tek manzara onun görüntüsüydü. Uyurken ne kadar güzel ve masum olduğuydu. Hafif büzdüğü dudakları ve belime sarılmış koluyla ne kadar tatlı bir manzaraya sahibim diye düşünmekten alıkoyamadım kendimi. Hiç gitmek istemiyordum. Uyandığında yanının boş olduğunu görmesi üzücü olacaktı. Fakat yapmak zorundaydım. Burada çok fazla kalmam da makul değildi.
Usulca kalktım yerimden. Yavaş yavaş doğruldum. Yastığının altından ucu görünen ceketime baktım. Demek yastığının altında tutuyordu. Bunun verdiği masum mutlulukla eğilip saçlarına öpücük kondurdum. Ve az daha unutacağım şeyle telefonumu çıkarıp fotoğrafını çektim uyurken. Artık onu her özlediğimde bakabileceğim bir şey vardı. Hem de en masum haliyle yakalamıştım. Sonrasındaysa istemeye istemeye çıktım ordan. Sanki hep yanında kalmak ister gibi ayaklarım geri geri gidiyordu.
Doktorun dediği şeyler zihnimde dolanıyordu eve vardığımda. Ona Minjoondan bahsetmiştim. Beni nasıl etkisi altına aldığından bahsetmiştim ve kendimi suçlu hissettiğimi söylemiştim. Tüm suçlunun, ona bunları yapmasına izin verenin ben olduğumu söylemiştim. Lakin bu tür bir şeyin benim yüzümden olmadığına ikna etmeye çalışmıştı doktor beni. Fakat her şeye bir aptal gibi boyun eğmiş olmam sinirimi bozuyordu. Aslında bu kadar güçsüz değildim ben, ona gelince neden böyle güçsüzleşmiştim bilemiyordum.
Tam bu esnada psikolojik şiddet ve baskının devreye girdiğini söylemişti Bayan Lee. Evet biz insanlık olarak birinin, diğer kişiye fiziksel şiddet uyguladığını gördüğümüzde yerimizde duramıyorduk. Elimiz ayağımıza dolanıyor ve müdahale etme gereğinde bulunuyorduk. Kendimize yapıldığında bile anında savunmaya geçebiliyorduk fakat bu ondan çok daha farklıydı. Psikolojik şiddet, fiziksel şiddetten çok çok daha kötü ve anlaşılmazdı. Kendinize bunun yapıldığını bile anlamıyordunuz. Her şey geçip gittikten sonra farkında oluyordunuz. Lakin iş işten geçmiş oluyordu.
Ben tüm bunları anlatırken bile ellerim ve tüm vücudumu bir titreme kaplamıştı. Zar zor sakinleşmiş ve kendime gelebilmiştim. İnsanlara nasıl güveneceğimi artık bilmiyordum. Dışarıdaki herkes bana çok yabancı geliyordu. Herkes bana zarar verecek gibi hissediyordum. Endişe ve şüphe duyuyordum herkesten.
***
Sabahın erken saatleriydi. Aheste aheste hazırlandım. Okul projesi için bir yere gidecektik ve alanı inceleyecektik. Profesörün son dakika söylemesiyle her şey çok aceleye gelmişti. San'ı görmeye gitme gibi bir düşüncem varken bunu ertelemek zorunda kalmıştım. Oysaki çok istemiştim onu ziyaret etmeyi fakat şartlar el vermemişti. Geziden döndüğüm gibi ona gitmeyi sabırsızlıkla bekliyordum.
Okulun önüne geldiğimde otobüsün çoktan geldiğini ve yavaş yavaş dolduğunu fark etmiştim. Arka taraflarda cam kenarı bir yere oturdum. Yol boyunca müzik dinlemek için kulaklığımı almıştım. Yanıma oturan Changbinle ister istemez şaşkınlıkla ona baktım.
"Günaydın." Sabah sabah bu neşe nereden geliyordu acaba bu insanlara. Ben daha yeni yeni ayılıyordum. Bütün yolu uyur uyanık gelmiştim resmen. Yine de cevapsız bırakmadım ve bende aynı şekilde karşılık verdim.
"Buraya oturmanın sakıncası yok değil mi?"
"Oturdun zaten Changbin." Gayet düz bir ifadeyle söyleyip cama doğru dönmüştüm. Minjoon'un arkadaş grubundan olmasına rağmen fazla ilgimiz alakamız yoktu. İki yıldır konuştuğumuz zaman sayısı on parmağın onunu geçmezdi. Herhalde yer bulamadığından oturdu diye düşünecektim ama yer de vardı oysaki. Çok fazla takılmadım ve hoca gelip klasik duyuruları yaptıktan sonra yerime iyice yayılıp kulaklıklarımı taktım.
Yol boyunca çoğu zaman yan tarafıma baktığımda Changbin'i yüzüme yüzüme bakarken buluyordum. Rahatsız olmuştum. Bir şeyler mi söylemek istiyordu yoksa dalga geçmek için mi gelip oturmuştu bilmiyorum. Bir süre sonra önemsemedim ve çok az bir süre uyuklamıştım. Fakat gideceğimiz yere vardığımızda heyecanla açmıştım gözlerimi.
Otobüsten inip şöyle bir baktığımda ne kadar harika ve kocaman bir yer olduğunun farkına varmıştım. Burda özgürce kazı ve inceleme yapabilecek olmak beni çok heyecanlandırmıştı.
Profesörlerin eşliğinde alanı incelemiş ve herkes raporlarını tutmuştu. Elimde defter, boynumda fotoğraf makinesi ve ağzımda tuttuğum kalemle incelediklerimizi raporluyordum. Bunları tekrardan temize çekmem gerektiği düşüncesi daha şimdiden bana zor gelmeye başlamıştı bile. Lakin yana yakıla bu bölümü istemiştim ve her derdine de katlanmak mecburiyetindeydim. Kendime uygun olarak gördüğüm tek meslekti. Bazılarına böyle söylediğimde çok garip geliyordu, biliyordum fakat diğer insanlar için meslekleri veyahut bölümleri neyse benim içinde bu öyleydi.
Birkaç saat boşluğumuz kalınca profesörler etrafta gezinip incelemeler yapabileceğimizi söylemişti. Tek başıma dolaşma hayalleri kurarken yanımda Changbin belirmişti. Sabahtan beri derdi neydi bilmiyordum ama sürekli her anımda yanımda bitiyordu. Tüm gezi boyunca dibimden ayrılmamış hep bir yakınlık kurmuştu.
"Beraber dolaşmak ister misin?"
"Hayır, tek başıma gezmeyi tercih ederim."
Kolumdan tutup gitmeme engel oldu. Ve mutsuz bir ifadeyle konuştu. "Beraber dolaşabileceğim kimse yok. Hem senin de yok. İstemediğin müddetçe konuşmam."
Samimi olduğunu düşündüğüm için kabul ettim. Gerçekten uzun bir süre konuşmamıştı. Ama konuşmamak için zor duruyordu. Ses çıkarmadan sadece yürüyorduk ve bu biraz garipti. Sessizliği bozan Changbin olmuştu.
"Telefonundaki sevgilin mi?" Kaşlarım garipser gibi çatılmıştı. "Az önce otobüsteyken gördüm, ister istemez." diye de ekledi. Cevap vermeden tekrar yola doğru döndüm. Ve alanı incelemeye devam ettim. Tutup da Changbin'e bunun açıklamasını tabii ki yapmayacaktım.
"Eğer öyleyse yakışıyorsunuz cidden." Minjoon'un arkadaşı olduğundan gram samimiyet duymuyordum şu çocuğa. Yaptığı yoruma da bir şey dememek için zor durmuş ve başarmıştım da. Çünkü konuşursam kinayeli bir şeyler söylerdim ve bu da ona batardı. Ve burda kavga etmek isteyeceğim en son şey bile değildi.
"Sana bir sürprizim var Wooyoung." Ne demek istediğini anlamak için suratına baktım. Yüzünü kötücül bir gülümseme işgal etmişti. Ne olduğunu anlamaya çalışırken etrafımın sarıldığını hissettim. Toplanma alanından fazlasıyla uzaktık. Ve yaklaşık beş kişi - changbinde dahil- üzerime üzerime geliyorlardı. Olduğum yere çakılmış ve hareketsizleşmiştim. İstesem de hareket edemiyordum şuan. Çünkü kaçıp hareket etsem de bir şey değişmeyecekti. Beni fena benzetecekleri alenen ortadaydı.
______
"Sensiz geçen her gün için bir kez daha yaktım canımı. Sonradan anladım benim canım yanarken seninkinin de yandığını. Sevgimiz can kırıklarından besleniyordu belki de. Bu yüzden yanıyordu canımız bu denli."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sandman | woosan ✓
Fanfiction𝑅𝑢ℎ𝑢𝑚𝑑𝑎𝑘𝑖 𝑐̧𝑖𝑐̧𝑒𝑘𝑙𝑒𝑟𝑖𝑛 𝑜̈𝑙𝑚𝑒𝑠𝑖𝑛𝑒 𝑖𝑧𝑖𝑛 𝑣𝑒𝑟𝑑𝑖𝑔̆𝑖𝑚 𝑖𝑐̧𝑖𝑛 𝑜̈𝑧𝑢̈𝑟 𝑑𝑖𝑙𝑒𝑟𝑖𝑚. 𝑂𝑛𝑙𝑎𝑟ı 𝑦𝑎𝑠̧𝑎𝑡𝑎𝑐𝑎𝑔̆ı𝑚𝑎 𝑠𝑜̈𝑧 𝑣𝑒𝑟𝑚𝑖𝑠̧𝑡𝑖𝑚. 𝐹𝑎𝑘𝑎𝑡 𝑠𝑒𝑛 𝑠𝑎𝑘ı𝑛 𝑜̈𝑙𝑑𝑢̈𝑟𝑚𝑒 𝑔𝑢̈𝑧𝑒𝑙 𝑐...