*Finding Hope- 3.00 AM*
Berbat hissediyordum. Sanki umutla çıkılan o yolda yalnız kalmış gibiydim fakat her şeyi kendi kendime yapmıştım. Kendi kendime bağlanmış, onunla konuşma hayalleri kurmuş ve arkadaşlık kurup onu iyi hissettireceğimi bile düşünmüştüm. O kadar aptaldım ki. Hayatımda gördüğüm en aptal ve aciz insan ben olabilirdim. O günün ardından hep üzerimde bir olumsuzluk, yorgunluk, çökmüşlük hissi vardı. En azından önceden bir umudum vardı. Sanla aramda bir bağ kurabileceğime dair inancım vardı. Artık o da yoktu. Beni istemiyordu. O, kimseyi istemiyordu. Herkese zarar vereceğini düşünüyordu belki de fakat böyle yaparak en çok da kendine zarar veriyordu. Hayatıma ilk kez kendi isteğimle birini almanın hayalini yaşarken o çoktan elinin tersiyle itmişti beni. Bende üsteleyecek cesarete ve yüzsüzlüğe sahip değildim maalesef.
Sınıftan çıkıp bahçeye doğru adımladım. Bir dahaki dersime kadar oturup müzik dinlemek ve bir şeyler karalamak istiyordum. Böyle zamanlarda içimi dökmek için ya şarkı sözü ya da şiirler yazıyordum. Zaten tüm sözcükler kendiliğinden dökülüyordu. Ben sadece şekillendiriyordum onları, süslüyordum bir nevi.
Havanın güzel olmasını fırsat bilerek çimlere uzandım. Aklımdan hiç çıkmayan konuyla tekrar baş başa kalmış, tekrar ve tekrar kendimi suçlamaktan geri durmamıştım. Abartıyordum. Çok abartıyordum hem de. Ne olmasını bekliyordum ki, sadece benimle konuştuğu için kendimi özel falan mı sanmıştım? Bir iletişimimiz olacağını düşünerek ne kadar umutlandırmıştım kendimi. Beyhude umutlarımın arkasına sığınıp üzülmeyi hiç mi hiç hak etmiyordum şuan. Sanki yeni ayrılığın getirdiği hüzün gibi bir şeyler yaşamam da ne kadar aciz olduğumun bir diğer kanıtıydı. Fakat etkilenmiştim ondan. İnkar etmiyorum çok etkilenmiştim hem de. Nasıl olduğunu bilmiyordum, anlatamazdım da ama kısa sürede etkisi altına almıştı beni. Birinden etkilenmek için bir neden gerekmiyordu ve ben nedensizce çok hoşlanmıştım Choi San'dan.
***
Dersim bitip de eve geldiğimde başım çatlıyordu. Işıkları kapattım ve çalışma masamın üzerindeki masa lambasını açtım. Birkaç tane de mum yakmıştım. Loş ışık iyi geliyordu. Ne çok karanlık oluyor ne de çok aydınlık kalıyordu. Özellikle karanlığı sevmezdim hiç. Küçüklüğümde karanlık yerlere hapsedilmiştim hep. Korkuyla, titreye titreye ağlarken uyumaya çalıştığım günler dolmuştu hafızama. Koltukta oturup tek bir noktaya dalmış vaziyetteydim. Odaklandığım yerden gözlerimi çekemiyor ve halının desenlerinin beni daha da içine çekişine engel olamıyordum. Beynim akıyor gibi hissettiğimde daldığım yerden zar zor kendimi uyandırdım. Çok sık dalıyordum ve bazen bunu engelleyemiyordum. Başımı geriye atıp elimdeki kahve bardağını daha sıkı kavradım.
Düşünceler tekrar zihnimi ele geçirecekken kapı çaldı. Gecenin bu saatinde kimin geleceği konusunda hiçbir fikrim yoktu. Yalnız yaşıyordum ve arkadaşım yoktu. Ailem de ziyaretime gelmezdi zaten.
Korkarak kapıya gittim ve delikten baktım. Karanlıktı. Minjoon'un gelmiş olabileceği aklıma gelince ister istemez ürkmüştüm. Eğer oysa hiç iyi şeyler olmazdı. Açmasam çok daha iyiydi. Bu sefer kapı bir kez daha tıklatıldığında merakıma yenik düştüm ve tüm cesaretimle açtım kapıyı. Karşımda gördüğüm simaya inanamadığımdan şaşkınlıktan ağzım ister istemez aralandı. Kapıyı ardına kadar araladım ve zayıf bedenine baktım.
"San.." diyebildim sadece. Nasıl gelmişti, nasıl bulmuştu beni hiç bilmiyordum. Hastaneden nasıl çıkıp gediğini tahmin bile etmek istemiyordum. Kaçmıştı belliydi. Şimdi de tüm savunmasızlığıyla karşımda dikiliyordu öylece. Üşümüştü, burnunun ucu hafiften kızarmıştı ve vücudu da belli belirsiz titriyordu soğuğun etkisiyle.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sandman | woosan ✓
Fanfiction𝑅𝑢ℎ𝑢𝑚𝑑𝑎𝑘𝑖 𝑐̧𝑖𝑐̧𝑒𝑘𝑙𝑒𝑟𝑖𝑛 𝑜̈𝑙𝑚𝑒𝑠𝑖𝑛𝑒 𝑖𝑧𝑖𝑛 𝑣𝑒𝑟𝑑𝑖𝑔̆𝑖𝑚 𝑖𝑐̧𝑖𝑛 𝑜̈𝑧𝑢̈𝑟 𝑑𝑖𝑙𝑒𝑟𝑖𝑚. 𝑂𝑛𝑙𝑎𝑟ı 𝑦𝑎𝑠̧𝑎𝑡𝑎𝑐𝑎𝑔̆ı𝑚𝑎 𝑠𝑜̈𝑧 𝑣𝑒𝑟𝑚𝑖𝑠̧𝑡𝑖𝑚. 𝐹𝑎𝑘𝑎𝑡 𝑠𝑒𝑛 𝑠𝑎𝑘ı𝑛 𝑜̈𝑙𝑑𝑢̈𝑟𝑚𝑒 𝑔𝑢̈𝑧𝑒𝑙 𝑐...