Yıllar geçer, mevsimler gelir giderdi. İlkbaharıydı, yazıydı, kışıydı derken zaman su gibi akıp giderdi. Her şey akıcılığını korurken içinizdeki o tarifsiz duygu olduğu gibi kalırdı. Hatta ve hatta katlanarak artmaya devam ederdi. Yanınızda kalan son kişiye sıkı sıkı tutunmaya çalışmak kimilerine göre çaresizlik olarak tanımlanırken, kimilerine göre de aşkın ve şefkatin saf hali, bağlanma duygusunun gücünü gösterirdi. Bense bunu ihtiyaç olarak tanımlıyordum. Eğer yanımda son bir kişi kalmışsa gerçekten ihtiyacım olan kişiye sıkı sıkı tutunuyorum demektir bu. Sizi anlayan tek bir kişi kaldığında kalabalığın sırf kuru bir gürültüden ibaret olduğunu çok net anlayabilirdiniz böylece.
Etrafımdaki o uğultu ordusundan kurtulduğumda böyle düşünmeye başladım. Asla bana yardımı dokunmayan, beni sevip saymayan, hatta daha çok beni inciten kişiler hayatımdan çıktığında çok daha huzurlu hissetmeye başladım. Şuan sadece yanımda elini sıkı sıkı tuttuğum ve bir gülüşü için dünyaları yakabileceğim adam vardı. Başka bir şeye de ihtiyacım yoktu. Eksiklik duygusunu fazlasıyla kapatıyordu.
Bugün koşa koşa ona geldiğimde çoktan bahçede yollarımı gözlüyordu. Her şeyi ona anlattığımdaysa beni saran sıcacık kolları vardı. Şuan sadece önümüzdeki uzun çiçekli yolda el ele yürüyüşümüz vardı aklımda. Hastanenin etrafındaki o yolda gülüşe gülüşe yürüyorduk.
Derin düşüncelere daldığı açıkça belliydi. Fazla uzatmadı ve bunları dışa aktardı. "Wooyoung, hastalığım hakkında neden bunca zamana kadar hiçbir şey sormadın?" Aslında cevabı oldukça basit bir soru sormuştu. Lakin açıklaması güç geliyordu şuan. Merak etmediğimi düşünmüş olabileceğinden endişelendim. Deli gibi merak etmiştim ilk zamanlar. Sonrasında kendini kötü hissetmesin diye sormamıştım bir daha.
"Çünkü söylemek isteseydin, bir şekilde bana söylerdin. Şuanda olduğu gibi. Daha önce sormuş olsaydım cevaplamayacaktın, kendi kendine konusunu açmanı bekledim ve açtın da." Söylediklerime karşı kısa süreli gülümsedi. Onu böylesine iyi tanıdığımı düşünmemişti belki de. Ama sandığının çok daha fazlasıydı.
"Manik depresif bozukluk, panik atak ve obsesif kompulsif bozukluk." Bir çırpıda söyleyivermişti tüm bunları. Sanki artık bunlarla yüzleşmek ona zor gelmiyor gibiydi. Aksine bir şeylerin üstüne gidiyor gibiydi. "Sence atlatıyor muyum Young, önceden sadece bunları düşünmek bile bana sıkıntı verirdi."
Ellerini sıkı sıkı tuttum. Hala bir şeylere inancı tam değildi ve onu destekleyecek bir şeyler olmalıydı. Bende bunu sağlamak için elimden geleni yapıyordum.
"Çok daha iyiye gidiyorsun bebeğim. İlk gördüğüm seni düşünüyorum da, her şey çok daha güzel bir hal almaya başlıyor." İçten gülümsemesini sunarken onun güzelliğine bir kez daha düşmemek elde değildi. Yanaklarını öptükten sonra aklıma gelen şeyle heyecanlandım.
"Hiç baloya katıldın mı?" Tekrar el ele tutuşup yürümeye başlamıştık. Yavaş yavaş hastaneye doğru yol alıyorduk.
"Eğer ortaokuldakini soruyorsan katıldım evet." Bu söylediğine kendi bile gülmeye başladı.
"Okulda balo düzenleniyor, bende geçen sene katılmadım ama Seonghwa ve Hongjoong bayağı bir ısrar ettiler. Sen gelebilirsen gideriz diye düşünmüştüm. Ama kalabalık seni gerecekse bunun bir önemi yok. Benim için o kadar da mühim değil." Kendi kendine düşündü bir süre. Kafasında tartıp değerlendiriyordu.
"Benim için sorun olmasa bile sorun olabilecek çok şey var. Okulundakiler beni ve durumumu öğrenirlerse senin için iyi olmayabilir ve Bayan Lee buna ne der bilmiyorum." Oldukça kararsızdı. Ama önemli olan oydu. İyi hissetmesi her şeyden önemliydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sandman | woosan ✓
Fanfiction𝑅𝑢ℎ𝑢𝑚𝑑𝑎𝑘𝑖 𝑐̧𝑖𝑐̧𝑒𝑘𝑙𝑒𝑟𝑖𝑛 𝑜̈𝑙𝑚𝑒𝑠𝑖𝑛𝑒 𝑖𝑧𝑖𝑛 𝑣𝑒𝑟𝑑𝑖𝑔̆𝑖𝑚 𝑖𝑐̧𝑖𝑛 𝑜̈𝑧𝑢̈𝑟 𝑑𝑖𝑙𝑒𝑟𝑖𝑚. 𝑂𝑛𝑙𝑎𝑟ı 𝑦𝑎𝑠̧𝑎𝑡𝑎𝑐𝑎𝑔̆ı𝑚𝑎 𝑠𝑜̈𝑧 𝑣𝑒𝑟𝑚𝑖𝑠̧𝑡𝑖𝑚. 𝐹𝑎𝑘𝑎𝑡 𝑠𝑒𝑛 𝑠𝑎𝑘ı𝑛 𝑜̈𝑙𝑑𝑢̈𝑟𝑚𝑒 𝑔𝑢̈𝑧𝑒𝑙 𝑐...