"Galiba hazımsızlık çekiyorum. Diğerini çiğnemeden bütün olarak yutmamalıydım." Dedi kaplan, midesini ovuşturarak.
"Sana öyle aç kurt gibi yemeyi bırakmanı söylemedim mi? İyi bir şey değil." diyerek diğer kaplan alaycı bir tonda görüşünü belirtti.
"Evet, evet. Bu günlerde çiğniyorum."
Kaplanın, Cein'i yuttuğundan beri sindirim sorunu var gibiydi.
Cein, cesetlerin erimeden yığılı olarak yerde durmaya devam ettiğine dikkat etti. Şanslı olduğunu biliyordu. Ama yine de korkuyordu. Kaplanın sadece geçici bir hazımsızlık sorununun olması muhtemeldi, ki bu da cesetlerin erimesini sağlayacak mide asidinin yokluğunu açıklayabilirdi.
Ama ya kaplan eninde sonunda iyileşirse? Mide asidi bütün bedenimi eritirken mi öleceğim?
"Ve böylece sessiz bir şekilde oturdum ve hiçbir şey yapmadım."
Oturup yaklaşan kaçınılmaz sonunu beklemekten başka yapabileceği hiçbir şey yoktu. Cein, ona merhamet etmesi için kaplana yalvardı. Ona sövdü, midesinde paldır küldür yürüdü ve hatta aklını kaybetmiş numarası bile yaptı. Kaplan yine de cevap vermedi. Midesinin içinde olanlardan tamamen bihaber gibiydi.
"Bir gün bir şey gördüm."
Tam da Cein gerçekten aklını kaybettiğini düşünürken, bir şey gördü. O mutlak karanlıkta gözlerinin önüne bir video geldi. Kaplanlar, ayılar ve onların kaçınılmaz savaşı hakkındaydı.
"Onu gördüğümde... Bunu söylediğim için utanç verici olduğumu düşünebilirsiniz ama... Şey... İçimde bir şeyin aktığını hissettim. Süper güç gibi bir şey."
Cein birden sanki bir süper kahramanmış gibi sağ kolunu dramatik bir biçimde havaya kaldırdığı fark etti. Hemen utanç içinde elini indirdi.
"Anlarsınız ya, bir süper kahraman gibi, ama aslında değil, evet. Neyse, içeride bir şeyler kaydı. Bir saniye sonra, kaplanın tüm gücüyle çığlık attığını duydum."
Sessiz yer sallanmaya başladı.
"Ve bum. Patladı."
Bum!
Keskin ve kulakları sağır edici bir sesle kaplanın midesi patlayarak açıldı. Kaplan ölmüştü. Cein özgürdü. Ama şanslı yıldızlarına teşekkür etmek ve az önce olanları hazmetmek için zamanı olmadı.
Bunun yerine, hemen oradan kaçıp ailesinin onu beklediği evine doğru koştu. Kaplanın kanıyla tamamen sırılsıklam olmuştu.
Cein annesinin onun yerine erkek kardeşini korumasını ve babasının yardım etmek için araya bile girmemesini hatırlamasına rağmen evine doğru koştu. Onu hiç umursamadıkları çok açıktı. Ama böyle dehşet dolu bir anda Cein'in dönebileceği başka kimse yoktu.
"Anne, baba! Ben geldim! Ben-"
Cein gelişini haber vererek kapıyı tekmeleyip açtı ama kendini cümlesini bile tamamlayamayacak bir durumda buldu. İyilerdi ve gayet de hayattalardı.
Ama sorun tepkileriydi. Cein'in canlı olarak geri döndüğünü fark ettiklerinde, gözleri dehşet ve hayal kırıklığı içinde fal taşı gibi açılmıştı. Kapıda duran kişinin gerçekten Cein olup olmadığı ya da bu istenmeyen oğulun aileye sırt çevirerek kaplanı buraya kadar getirip getirmediği konusunda tedirgin görünüyorlardı. Cein bunu gördüğü anda öfke içinde patladı.
"Neden?! Neden hepiniz bana öyle bakıyorsunuz?! Ölmeye o kadar yaklaştıktan sonra canlı olarak dönmeme sevinmediniz mi? Neden bana boş boş bakıyorsunuz? Neden?! Ben senin doğurduğun oğlunum! Bu aileye doğmak benim seçimim değildi. Yani neden bana bir yabancıymışım gibi o bakışları atıyorsunuz?!"