Nefret ve intikam söz konusu olduğunda hep böyle işlerdi.
Başladığında kimse durduramazdı.
Bulti ve Maro insanlara karşı uzun süre önce bir soykırım başlatmıştı. İçlerinde cayır cayır yanan öfke öyle gelip geçici bir şey değildi.
Akıllarında sadece tek bir hedef vardı: Sinsi'de yaşayan tüm insanları öldürmek.
Her şeyin ötesinde, ayıların atalarının kendi kabilelerine yaptıklarını torunlarından çıkarmaya hakları vardı.
Bu hedef Bulti ve Maro'nun elini kolunu bağlıyordu.
"Yani bu, savaşı bitireceğin anlamına mı geliyor?" diye sordu Maro.
Bulti kafasını salladı.
"Asla. Hwanwoong ve insanlar ayrı varlıklar. Sadece o insanın ne yapacağını merak ediyorum."
"Hey, Heoseo'nun bizi aradığını duydum. Hatta direkt seni arıyormuş." dedi Maro.
"Neden?"
"Narae için."
Bulti, isim zikredilince gözlerindeki titremeyi gizlemeye çalıştı. Yine de Maro kardeşinin yüzündeki değişimi çoktan fark etmişti.
Öfkesinin yerini alan sadece merak değildi. Suçlu da hissediyordu.
Bulti, yakın arkadaşı Narae'yi öldürdüğü için pişmanlık duyuyordu.
"Peh. Doğru şeyi yaptım. İnsanlara yardım eden bir kaplandan hayır gelmez."
Konuyu havalı bir şekilde görmezden gelmek istemesine rağmen Bulti, gözlerindeki suçluluk duygusunu gizleyemiyordu.
"Narae'nin korumaya çalıştığı kişiyi bir gün ellerimizle öldüreceğiz. Narae'yi öldürerek ona bir iyilik yaptık aslında. Hayatının aşkının ellerimizde ölümüne şahit olmaktan kurtardık onu."
Maro, Bulti'nin sözlerini ciddiye almadı. Bulti'nin doğruyu söylemediğini biliyordu.
Yine de abisiyle aynı şekilde hissettiği için abisinin suçuna dikkat çekemiyordu. O da yaptıklarından dolayı pişmanlık duyuyordu.
Her şeyin ötesinde insanlara dostça davranan çok kaplan öldürmüşlerdi, Zahu ve çok sayıdaki diğerleri gibi.
Ancak şimdi, gözlerini kör eden nefretleri bir şekilde dindiğinde, öldürdükleri kişilerin o eski savaşta onlarla beraber savaşıp hayatta kalan yoldaşları olduğunu fark ediyorlardı.
"Evet haklısın. Her bir insanı öldürdüğümüzü görmeden hayata veda etmiş olmaları onlar için daha iyi."
Maro Bulti'ye katılıyor olsa da sesi boş geliyordu. Oldukları yerde kalmaya devam ettiler, gözlerini Shindansu'ya dikmişlerdi.
"Zeha'yı buldun mu?"
Bulti kafasını salladı.
"Henüz değil. Normalde yaşadığı ev şu an boş. Ekip arkadaşlarıyla başka bir yere taşınmış olmalı."
"Çabuk olmalıyız. En kısa sürede kılıcı kırmamız gerekiyor yoksa o kılıç daha önce olduğu gibi kabilemizi katletmek için kullanılacak."
"Fazla endişelenme."
Maro, gittikçe sabırsızlanan Bulti'nin omzunu dürttü.
"Sırf kılıç o Tabae denilen kırmanın elinde olduğu için mücadeleyi kaybettiğimizi unutma."
"Haklısın. Aslında düşünürsen Zeha'nın Tabae kadar güçlü olması mümkün değil."
"Evet. Ayrıca şehirde gezinen çok fazla kaplan var. Yani durmadan onlarla dövüşmekten yorgun düşmüş olmalı. O tek başına kalana kadar ekip arkadaşlarından birer birer kurtulmalıyız."