Kim olsa şaşkına dönerdi. Zeha, Haru'nun bu kadar konuşup da sonunda hiçbir şey bilmediği sonucuna vardığına inanamadı.
Yumruklasam mı?
Haru hala var olmayan sakalını okşuyormuş gibi yapıp,
"O kadar uzun zaman önceydi ki net bir şekilde hatırlayamıyorum. Sen de böyle anlar yaşamıyor musun hiç? Ancak kesin olarak bildiğim bir şey var. Koruduğum yerin arkasında bir Kaplan Dünyası var ve ben onların buraya gelmesini engellemek için varım." dedi.
"Ah, tabii."
Onunla işim bitmişti. O yalnızca başka çılgın insanlardan birisiydi. Zeha tam arkasını dönecekken, Haru onu olduğu yerde durduracak bir şey ekledi;
"16 Ocak'ın hangi gün olduğunu biliyor musun?"
16 Ocak, ay takviminde annemle babamın ölüm yıl dönümü ve ayrıca o korkunç olayın olduğu gündü. Zeha hemen arkasını döndü ve Haru'yu yakasından yakaladı.
"Bana şu anda, bildiğin her şeyi anlat."
"Ziyaretçiler Günü'nü duydun mu?"
"Ziyaretçiler Günü...?"
Tanıdık gelmişti.
"Kaplanlar, 16 Ocak'ta bu dünyayı ziyaret ederler."
Zeha'nın omurgasından aşağı bir ürperti geldi ve tüm vücuduna yayıldı.
"Yılda bir kez, kaplanların serbestçe dolaşmasına izin verilir. İnsanların arasına karışabilir ve bir yıl daha yaşamak için gereken enerjiyi kazanmak amacıyla onları yiyebilirler."
"Gel, gel."
Zeha'nın aklına birden bir şarkı sözü geldi. Bu, babasının kucağında otururken duyduğu şarkıydı.
Bu sözleri neden şimdi hatırladım? Zeha başını salladı ve sözleri aklının bir köşesine itmeye çalıştı.
"İnsanları mı... yiyorlar?"
"Evet, görüyorsun işte, Kaplan Kabilesi'nin, gölgelerin solan dünyasında hayatta kalabilmeleri için insanlarla beslenmeleri gerekiyor."
"Gölgelerin solan dünyası derken?"
"Inwang Dungeon deniyor. Hayatta kalmak için kaplanlar tarafından geçici olarak yaratılan yapay bir dünya. Gerçek olmadığı için sonsuza kadar kalamaz bu yüzden de devam etmesi için bir fedakarlık yapılması gerek."
"O fedakarlık da bizler miyiz?"
Haru kafa salladı.
"Ama... Sadece bir günlüğüne dolaşmalarına izin verildiğini söylemedin mi? Eğer sadece bir günlüğüne dolaşabiliyorlarsa bu şu an şehirde yaşananları nasıl açıklıyor? Hâlâ burada ne yapıyorlar?"
"Mühür kırıldı."
"Niye? Bu dünyayı kaplanlardan koruman gerekmiyor mu? Kendine bir bak, gayet iyisin! Niye işini yapmıyorsun?"
Haru, Zeha'ya bakarken sessiz kaldı. Haru'nun yüz ifadesini okuyamıyordu çünkü aynı anda hem gülümsüyor hem de ağlıyor gibi görünüyordu. Tam o an, Haru, yavaşça elini kaldırdı.
"Sen."
Zeha'nın alnına hafifçe vurdu.
"Mührü sen kırdın."
Çat!
Tam o sırada, Zeha, bir şeylerin kırıldığını duydu. Ses kafasının içinden geliyordu. Aniden Zeha'nın gözleri karardı, elinde olmadan yere düştü. Haru'nun tek yaptığı olduğu yerde sessizce kalıp düşüşünü izlemek oldu.