"Nasıl birisin sen?" Hayretle yüzüne baktım. "Nasıl bir adamsın sen. Seni seven, sana aşık olan kadına nasıl böyle acımadan işkence edebiliyorsun? Kalbin yok mu ya senin?!"
"Yok." Dedi, soğuk sesiyle.
Yanımdan geçecekken kolunu tuttum. Kara gözlerini gözlerime çevirdi. "Güldüğü fotoğrafını kitabın arasına koyduğun kadının canını nasıl acımadan yaktın?"
Kaşları anlamsızca çatıldı. "Ne demek o?"
Kolunu bırakıp iğrenerek baktım ona. Arkamı dönecekken kolumu sertçe tutup sırtımı duvara yapıştırdı. Refleksle kapanan gözlerim açıldı. "Sana ne demek o dedim" dedi, dişlerinin arasından.Nefesi yüzümü yalarken kara gözlerine baktım. Neden onunla daha yeni karşılaşıyormuşum gibi hissediyordum? Neden onu daha yeni tanıyormuşum gibi hissediyordum? Kara gözleri ilk defa bu kadar soğuk bakıyordu bana, kara gözlerinde acımasızlık vardı. Bu hali neden canımı yakmıştı anlam veremiyordum. Gözlerine yerleşen Selçuk Saygıner'in gözlerindeki duyguların aynıları, canımı yakmıştı. Kin, acımasızlık, kötülük, karanlık, siyah, vicdansızlık... evet, benim canım yanmıştı. Onun bu gözlerindeki duygular, Selçuk Saygıner'inkilerle aynı olan bu duygular, kalbimi binbir parçaya bölmekle kalmamış, üzerinden de bir tır geçirilmişti. Belki de onun o haline alıştığım için canım yanmıştı. Belki de karanlık insanlar da iyi olabiliyormuş düşüncemi yanılttığı için kalbim acımıştı.
"Ne o... bana da mı işkence edersin?" Dedim, ciddiyetle.
"Sorduğum soruya cevap ver!" Diye kükredi.
Hızla göğsünden ittirdim. "Evet, güldüğü fotoğrafını kitabının arasına koymuştun! Karınca akvaryumunun üstündeki rafta, sağdan beşinci kitapta! Ama şimdi de o kadının yüzünden kanlar damlattın! Güldüğü yüzünü kanattın!"
"Annemin katiliyle işbirliği yaptı lan!" Öfkeyle bana yaklaştı. "Annemin katilinin oğluyla el ele verdi! Benim canımı yakmak için, senin canını yakmak için." Dedi, hiddetle.
Cam parçası öyle bir saplanmıştı ki kalbime, nefes alamadım, tam yedi saniye nefes almadım. Gözlerindeki öfkenin önüne hiçbir duygu geçmiyordu. Gözlerindeki öfke kendimden nefret etmemi sağlarken, dişlerimi sıkmıştım.
"Anlıyorum. Canın ya-"
"Benim canım yanmaz." Dedi, sertçe lafımı keserek. Bana doğru bir adım attı. "Senin canın yanacaktı."
Son söylediği cümle, bir o kadar sert çıkarken aynı zamanda şefkatle de çıkmıştı. Canımın şu an yandığından habersiz kurmuştu bu cümleyi. Kurduğu her cümle, kara gözleriyle baktığı her duygu canımı fazlasıyla yakıyordu. Bundan habersizdi...
"Benim canım..." yutkunurken acı bir tebessüm ettim. "Senin yanında olduğum her saniye yanıyor zaten."
Büyük adımlarla garajdan çıkıp üç katlı villaya girdim. Altay da merdivenlerden inip çıkış kapısına doğru ilerledi. "Lanet olsun!" Durup bakışlarını bana çevirdi. "Bu eve girdiğim güne, sizin gibi insanları tanıdığım güne lanet olsun!"
"Senin şalterler attı yine" dedi, bıkkınca.
Ona doğru bir adım attım. "Nasıl insanlarsınız ya siz? Hı, kalp denen organ yok mu sizde? İçinizde iyilik denen şeyi hiç mi barındırmıyorsunuz?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GEÇMİŞİN İZİ
Novela JuvenilHer gün ölür mü bir insan? Her gün ölüyordum. Peki öldüğü gibi dirilir mi bir insan? Öldüğüm gibi diriliyordum... ... BU HİKAYEDEKİ OLAYLAR TAMAMEN HAYAL ÜRÜNÜDÜR. GERÇEK KİŞİ VE KURUMLARLA BİR İLGİSİ BULUNMAMAKTADIR! Yayınlama Tarihi: 26 Nisan...