Hızla dolaba ilerleyip üzerime bir hırka giyindim ve tekrar Emir'e yaklaştım. Sesli bir nefes verip odadan çıkınca zafer gülümsemesiyle ben de arkasından gittim. Çay içen insanlarla göz teması kurmadan merdivenlere yöneldi. Ben onun aksine gülümseyip bir kez kafamı salladım. Emir'in arkasından otuz iki basamağı inip konaktan çıktım ve arabaya bindim. Emir, arabayı çalıştırınca kemerimi bağladım zira kafamın cama değmesini istemiyordum! Camı yarıya kadar açıp içime temiz havayı çektim. Yaklaşık on beş, yirmi dakika sonra araba durmuştu. Arabadan inip büyük adımlarla gözlerimi parlatan yere doğru ilerledim. Emir de arkamdan gelince şaşkınlıkla açılan ağzımı kapatıp ona baktım.
"Ğurs Vadisi!"
Ciddiyetle kafasını olumlu anlamda salladı. Neden bu denli şaşırdığıma da anlamsızca bakıyordu. Tekrar kararmış suya, hırçınca akan şelaleye baktım.
"Annem buraya bayılırdı. Bana söz vermişti seni de bir gün götüreceğim diye. Ama nasip olmadı" dedim, kocaman gülümsememle.
Emir, üzerinde olduğumuz kayaya oturunca ben de yanına oturdum. Çatık kaşlarıyla hırçınca akan şelaleye bakıyordu. Sanırım ona da iyi geliyordu burası, tıpkı anneme iyi geldiği gibi.
"Ailene neden bu kadar uzak davranıyorsun?" Dedim, merakla.
Bakışlarını şelaleden çekmemiş, bana da cevap vermemişti. Anlaşılan buraya kafasını dinlemek için gelmişti ve benim soru sormamı da istemiyordu. O zaman hiç yokmuşum gibi davranayım. Ben de bakışlarımı parlayan suya çevirdim.
"Hırçınca akan şelale öylesine güzel ki, insanın altına geçip ıslanası geliyor. Özellikle geceleri gökyüzündeki yıldızlar koyu mavi suyu parlattığında, yıldızlar suya yansıdığında çok güzel bir manzara çıkıyor gözler önüne Sena... ne zaman canım sıkılsa o kadar yolu sırf oraya, o kayaya oturmak için giderdim. Rahatlatırdı beni. Kokusu, rüzgar sesi, kuşların cıvıltısı, şelalenin sesi... insanı bambaşka bir diyara sürüklüyor ve bir daha geri dönme isteğini yok ediyor. Seni de götüreceğim... ve sen de bana hak verip abartmadığımı anlayacaksın."
Annemin abartmadığını şimdi anlıyordum... ama yanımda annem olmadan. Söylediği her cümleyi hak eden bir güzellikti burası.
"Annemi suçlarlardı her zaman," bakışlarımı Emir'e çevirdim. Hala akan şelaleyi seyrediyordu. Tekrar bakışlarımı şelaleye çevirdim. "Babamın dostken düşman olduğu Cihan Çakır'ı annemin başımıza bela ettiğini söylerdi. Annemin hiçbir suçu olmamasını bildikleri halde, bu hikayedeki en günahsız kişi olduğunu bildikleri halde hepsi annemin üzerine gittiler. Oğluna toz kondurmayan babaannem, kendine emanet sayması gereken kadını hiç acımadan, utanmadan tozlar içinde bırakmaya çalıştı," sesli bir nefes aldı. "Annem babam için yaşıyor, onun için katlanıyordu bu hayata. Annem olmasaydı babam bir sike yaramayan adamın tekiydi. Hepsi bunları bildikleri halde ellerinden geldiğince annemi her fırsatta ezdiler. Çünkü annemin bir ailesi yoktu. Onlar bunu fırsat bildiler, ne de olsa kimsesi yok. Bize itaat etmek zorunda, söylediğimiz her şeyi yutmak zorunda düşüncesiyle ona bir böcekmiş gibi hissettirdiler. Benim annem aslan gibi kadındı. Kendi ayakları üzerinde tek başına durup, kendini kimseye ezdirmedi. Başını hep dik tuttu. Eğer ben bugün, bu denli güçlüysem onun sayesinde."
Sanki benimle değil, başka biriyle konuşuyormuş gibi hissetmiştim. Kafamı omuzuna yasladım. "Annen ile bu denli gurur duyman çok güzel..." dedim, tebessümle.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GEÇMİŞİN İZİ
Novela JuvenilHer gün ölür mü bir insan? Her gün ölüyordum. Peki öldüğü gibi dirilir mi bir insan? Öldüğüm gibi diriliyordum... ... BU HİKAYEDEKİ OLAYLAR TAMAMEN HAYAL ÜRÜNÜDÜR. GERÇEK KİŞİ VE KURUMLARLA BİR İLGİSİ BULUNMAMAKTADIR! Yayınlama Tarihi: 26 Nisan...