S1 [bölüm 13]: "Koca Bir Okyanussun Ve Ben Yüzme Bilmiyorum"

100 14 1
                                    

Y/n: hepinize selamlar. küçük bir not bırakmak istedim. buraya kadar okuyanlara teşekkür ediyorum. konunun ve olayların yavaş işlemesinin sebebi Taehyung ve Jungkook (aslen Sterek) arasındaki her şeyin dizide fazlasıyla üstünkörü geçilmesiydi. anlayacağınız burada yazarken taekook (sterek) çiftinin tadına varmak istiyorum. bir şeyleri aceleye getirmek istemiyorum. hatta kitabın birkaç vol şeklinde olması da mümkün. ya da sezon sezon. anlayacağınız sıkılır veya uzun bulursanız yorumda belirtmenizi rica edeceğim. geri bildirimleriniz benim için önemli. desteğiniz için teşekkürler. sağlıkla kalın.

***

S1 [bölüm 13]:
"Koca Bir Okyanussun Ve Ben Yüzme Bilmiyorum"






"Bu nasıl?"

Takım elbiseleri bir bir önüme tutan babama baktım. Elindeki kadife bordo takım son derece güzeldi ama ben düğüne gitmiyordum. Gözlerimi devirerek takımı elinden aldım ve yerine astım. "Alt tarafı bir balo baba," dedim. Sesimin hevesli çıkmasına gayret ediyordum çünkü babam çok heyecanlıydı. Yıllarca peşinden koştuktan sonra Lisa Manoban'ı yılsonu balosuna götürüyor olmam onu etkilemişti. "Düz siyah bir takım yeterli. Üstelik Lisa'nın beyaz giyeceğini duydum. Uyumlu olur." Dediğimi düşünerek takımlara bakmaya devam ederken dalıp gittim. Lisa'ya karşı ne hissettiğimi artık bilmiyordum. Onu seviyordum. Elbette onu seviyordum. On yıldır peşinde koşuyordum. Onu sevmemden daha doğal ne olabilirdi ki?

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Lisa Manoban iyi bir arkadaştı. Ve Jackson'a aşıktı.

Siyah bir takımı alıp parasını ödediğimiz sırada buna gerek olmadığı konusunda bir şeyler mırıldandım. Takımlar gereksiz pahalıydı ve baloya gitmek için duyduğum heyecanı geçtiğimiz hafta kaybetmiştim. Jungkook beni Hoseok'un evinin önünde arabadan atana kadar tek kelime etmemişti. Ne olurdu? Bana bir şey olsaydı? Hayal kırıklığım gözlerimden okunuyordu ama Jungkook bunu görmesine rağmen cevap vermedi. Gerçi ne beklediğimi ben de bilmiyordum. Beni önemsediğini söylemesini mi bekliyordum? Bunu duymayı arzulamam ne anlama gelirdi? Kendime sorduğum soruları cevaplamak için hazır hissetmiyordum. Alacağım cevaplar beni kıracaktı.

"Akşam çok içmemeni tembihlemeli miyim?" Babam arabayı Jung'ların evinde durdurup bana döndü. Güldüm. "İçersem Lisa'nın üzerine kusabilirim." dedim. O da güldü. Gülmesini izlerken temkinli bir sesle, "Sen iyi misin baba?" diye sordum. "Yani olanlardan sonra pek konuşamadık." Evet, kesinlikle konuşamamıştık. Gülümsemesi soldu ama kötü görünmüyordu. Jackson'ın bir Kanima olarak üzerine saldırması onda travma etkisi yaratmalıydı ama son derece iyiydi. Üstelik Hoseok'a karşı da tavrı değişmemişti. Maria'nın aksine doğaüstü olayları rahat karşılamıştı. Omuz silkti. "Açıkçası Beacon Hills'te olanları anlamama yardımı dokundu. Bütün bu olanlar olayları mantıklı bir hâle getiriyor." Omzumu patpatlayarak inmemi işaret etti.

Eh, ne diyebilirim ki? Kim erkekleri böyledir.

Hoseok beni odasına alırken Maria'yla aralarını düzeltmiş olmaları beni sevindirdi. Üzerindeki siyah takım elbisenin birkaç beden büyük göründüğünü fark ederek yüzümü buruşturdum. "Tanrı aşkına," dedim gülerek. "Chaeyoung'un dedesi gibi görünüyorsun." Ancak söylediklerim onu pek memnun etmişe benzemiyordu. İç geçirerek ceketi üzerinden çıkarıp fırlattı. "Bütün takımlar çok pahalıydı dostum! Bu babamın eski takımı. Üstelik anneme pantolonu diktirmek zorunda kaldım." Düşünmeden, omzumdan aşağı sarkan takımı ona doğru fırlattım. Şaşkınca bana baktı.

𝐓𝐡𝐞𝐲 𝐂𝐚𝐧'𝐭 𝐓𝐚𝐤𝐞 𝐘𝐨𝐮 𝐅𝐫𝐨𝐦 𝐌𝐞Where stories live. Discover now