S3 [bölüm 39]: "Her Şeyin Mahvolması İçin Tek Bir Gün Yeterlidir"

56 10 1
                                    


S3 [bölüm 39]:
"Her Şeyin Mahvolması İçin Tek Bir Gün Yeterlidir"







Onun içindir ki, yıpratmayın kendinizi.. İnsanlar genelde neyi görmek istiyorlarsa onu görür, neyi duymak istiyorlarsa onu duyar..

- Harper Lee

~


Bahar kutlamaları için verilen partiye bütün kasaba davetliydi. Dolayısıyla babam da partiye katılacaktı ve ona evde kalmak istediğimi söylediğim anda beni sürükleyerek peşinden getirmişti. Odamda uzanıp tavanı izleyerek her şeyi nasıl da berbat ettiğimi düşünmek istiyordum. Kendime edebildiğim kadar işkence etmek istiyordum. Beni nasıl bu kadar yanlış anlayabilirlerdi? Düşünmek bile aklımı kaçırmak istememe sebep oluyordu.

Ama babam son derece kararlıydı. Bu yüzden onunla birlikte spor salonuna girdim. Herkes baharın gelmesinden dolayı çok mutlu görünüyordu. Yüzlerindeki bu eğlenen ifadenin başka bir sebebi olamazdı. Maria ve Hoseok içeceklerin başından el sallarken yanlarına ilerledik. Hoseok bardağından yudum alırken yüzünü buruşturdu. "Taehyung," dedi. "Yüzündeki ifadeye bakılırsa yine bunalımdasın." Gözlerimi devirdim. "Haha, çok komik." Yan yana durduğumuz sırada bakışlarımı etrafta gezdirdim. Sonra farkındalıkla "Heeey," dedim. "Chaeyoung nerede?" Yapışık ikiz gibi gezmeleri gerekiyordu. Dostumun attığı bakışa bakılırsa durumlar pek iyi değildi. Yanaklarını şişirdi ve nefesini üflerken saçlarımı uçuşturdu. Burnumu kırıştırarak onu geriye doğru ittim. "Pis köpek nefesini suratıma üflemeyi keser misin? Git Chaeyoung'la konuş."

"Söylemesi kolay." diye mırıldandı. Sanki yapması çok zordu ya. Chaeyoung'u görebilmek için etrafa göz atıyordum. Keşke atmasaydım. Gözlerim doğruca spor salonunun diğer ucunda Mingyu ve Minho'yla konuşan Jungkook'u bulmuştu. Bedenim kaskatı kesildi ve daha kötüsü Hoseok da bunu hissetti. Endişeli bir bakışla "Neyin var dostum?" diye sordu. Onun sürekli bu soruyu sorduğunu fark ettim. Aslında çevremdeki herkesin devamlı olarak iyi olup olmadığımı sorduğunu ve bundan ne kadar da nefret ettiğimi. Odağımı değiştirmeden "Onun burada ne işi var?" diye sordum. Bana bir yabancıya bakar gibi bakmasının üzerinden yalnızca birkaç saat geçmişti. Titremem durmuyordu.

Hoseok kimden bahsettiğimi anlamak için etrafa bakındı. Sonra anlamış olacak ki "Ah," dedi. "Jungkook mu? Deaton davet etti. Kasabadakilerin varlığını kabullenmesi için ortalarda görünmesi iyi olurmuş." Biz ona bakarken Jungkook Mingyu'ya bir şey söyledi ve bu her neyse üçü de güldü. Transa girmiş gibiydim. "Eğleniyor gibi görünüyor." dedim. Sesim dalgın çıkmıştı. Hoseok omuz silkti. "Jungkook'un eğlence anlayışı ne ki? Senelerce bir harabede yaşamak mı?" Jungkook'un gülüşünü izledim. Koca bir kahkaha değildi belki ama o küçücük tebessümünde bile dünyanın bütün güzelliklerini saklıyordu. Çok yakışıklı adamdı be. Ben her zaman vasat bir adam olarak kalacaktım ve Jungkook Jeon ışıldayacaktı. Bizden hiçbir şey olmazdı.

Onu izlediğimiz sırada elinde içecek tepsisiyle dolaşan Bayan Morrell yanlarına yaklaştı. İçki dağıtmaktan bitkin düşmüş olmalıydı ama hâlâ sakin gülümsemesini koruyordu. Onlara bir şeyler söyledikten sonra tepsiyi işaret etti. Muhtemelen bir şeyler içmek isteyip istemediklerini soruyordu. Hepsi başlarını eğip teşekkür ederken birer kokteyl aldılar. Bayan Morrell onu çağıranlara bakmak için yanlarından ayrılırken Minho bir şeyler anlatmaya başlamıştı bile. İç çektim. Şuanda Jungkook'la sohbet etmeyi ne çok isterdim. Kendime gelmeye çalışarak silkelendim. Lisa üzerindeki pembe tüllü elbisesiyle yanımıza geliyordu.

Neşeliydi ve yanında Jongin vardı. "Selam çocuklar!" Babama ve Maria'ya da selam verdikten sonra eğilip bir yeri işaret etti. Gösterdiği yerde Yoongi duruyordu. Yanında da arkadaşları vardı. Betasını görmek Hoseok'u hâlâ geriyor olmalıydı. Yüzünü buruşturarak "Ne var?" diye mırıldandı. Lisa onun bu hâline göz devirdi. "Yoongi'nin bu gece çok sakin olduğunu fark ettim. Hepsi bu." Gerçekten de çok sakindi. Lakros maçından beri sakindi. Hayır. Jungkook'la yaptığı konuşmadan beri sakindi. Bunu nasıl başarıyordu bilmiyordum ama Jungkook yıllarca içindeki öfkeyi saklamayı başarmıştı. Patlamaya hazır bir bombadan farkı yoktu. Yine de ona baktığınızda sakin görünüyordu. Yoongi de sakindi.

İç çektim. "Jungkook'la yaptıkları çalışmalar işe yarıyor olmalı." Yanlarında Jungkook'tan bahsetmek berbat bir fikirdi çünkü bir anda susup tedirgince bana bakmaya başladılar. Neyse ki Yuqi tam vaktinde geldi ve beni kurtardı. Onun da yüzünde neşeli bir ifade vardı. "Çocuklar!" Lisa ve Chaeyoung buradaydı. Yuqi de öyle. Dehşete düşerken "Çocuklar," dedim. "Yoona nerde?" Sorduğum soru karşısında Lisa biraz rahatsız oldu ve gözlerini kaçırdı. Ellerimle yüzümü kapatarak sabır diledim. "Nerede o? Burada değil mi? Hareket eden her şeyi yemek sanıyor Lisa, Tanrı aşkına!" Çıkışım karşısında ellerini kaldıran Lisa "Sakin ol," dedi. "Chaeyoung onunla birlikte. Ayrıca gayet normal davranıyor. Gelişme kaydetti."

Tam o sırada Matt görüş alanıma girdi. Bize doğru geliyordu. Kahretsin. Ayrıca Mingyu, Minho ve Jungkook da bize doğru geliyordu. Lanet olsun! Panikledim ve bu bir atağı tetiklemiş olmalıydı. Ellerimin titremesini gizlemek için onları arkama saklamam gerekti. Matt de Jungkook da aynı anda yanımıza ulaştı ve Matt'in fazla samimi bir ifadeyle "Taehyung!" dediğini işittim. Yüzümdeki gergin ifadenin son derece farkındaydı ama bundan zevk alıyordu. Jungkook'un gözlerini üzerimde hissetmek beni daha da gerdi ve dişlerimin arasından "Hey Matt." diye karşılık verdim. Matt'in gözleri ikimiz arasında dolaşırken Jungkook konuşmanın dışında kalmayı tercih etti. Zaten neden dahil olmasını bekliyordum ki? Onun yerine Hoseok araya girdi ve "Bu kim?" diye sordu.

Matt alınmış gibi yaparak "Tanıştırmayacak mısın?" diye sitem etti. Oh, yüzüne başka bir yumruk daha atacaktım. Hemen şimdi. Burada. Tüm kasabanın önünde. Kendimi tuttum ve sakinleşmek için bir anlığına başımı eğdim. Derin bir nefes alarak yeniden diklendiğimde Matt pis pis sırtıyordu. "Çocuklar," dedim Matt'i işaret ederek, "Bu Matt. Bilim projesinde partnerimdi." Herkesle el sıkışmasını izlemek beni fena hâlde sinirlendirdi. Kendime hâkim olmam bile bir mucizeydi. Nihayet sıra Jungkook'un elini sıkmaya geldiğinde şaşırmış gibi yaptı. "Vay canına!" dedi. "Sen Jungkook olmalısın. Taehyung senden çok bahsetti. Yüzün tam da tarif ettiği gibi." Hayır, Jungkook'tan hiç bahsetmemiştim. Şerefsiz herif.

Jungkook soğuk bir sesle "Bahsetmemesini tercih ederim." dedi. Aramızdaki gerilim elle tutulur cinstendi ve Matt elbette bunu fark etti. Bakışları ikimiz arasında gezindi ve yüzüne parlak bir gülümseme yerleşti. "Ah, anlaşılan aranız pek iyi değil. Yazık olmuş, dostum. İkiniz çok tatlı bir çift olabilirdiniz." Tükürüğümde boğulmak üzereydim. Herkeste şaşkın bir sessizlik oluşmuştu. Bedenim bir anda o kadar kasıldı ki kollarıma kramp girdi. Jungkook da aynı şekilde kasılmış görünüyordu. Yalnızca bunu düşünmekten bile ne kadar nefret ettiğini yüzünden anlayabilirdiniz. Ama Matt susmadı. Sanki ortamı yeterince germiyormuş gibi konuşmaya devam etti.

"Aslında biliyor musunuz, Taehyung'un Jungkook için o kadar telaşlandığını görünce iyi anlaşıyorsunuz sanmıştım. Garip." Yine herkesin gözü benim üzerimdeydi ve Yoona'yla Chaeyoung'un da Maria'nın yanında durduğunu görebiliyordum. Kıpkırmızı oluyordum ama utançtan değildi. Tamamen öfkeden kaynaklanıyordu. Jungkook'un yüzü solmuştu. Ne demek istediğini açıklamamı bekliyor gibiydi. Hepsi bir açıklama bekliyordu. Dişlerimi sıktım ve artık dayanamayıp Matt'in üzerine atladım. Ama Hoseok beni tam zamanında yakaladı. "Seni şerefsiz herif!" diye kükredim suratına. "O gün seni parçalamalıydım."

"Taehyung!" diye uyardı babam. Umurumda bile değildi. Onu parçalayacaktım. Matt sırıttı ve Jungkook'a baktı. Dudaklarını büzdü ve masum bir ifadeyle "Hâlâ hayatta olduğunu görmek ne güzel," dedi. "Taehyung'u çok korkuttun. Kendine dikkat etmelisin." Nefesimi tuttum. Jungkook'la göz göze geldik. Nihayet patladım. "Siktir et! Matt'le çalışmaya gittiğim gün seni zehirlemekle ilgili bir şeylerden bahsediyordu. Tamam mı? Kurtadam mevzusundan da haberi vardı. Seni bulmak için partiye geldim, içeceğine bir şey kattıklarını düşündüm. Olan biten buydu. Mutlu musun?" Günlerce Jungkook'tan nefret ettiğimi düşünüp durmuşlardı. Jungkook, bana bir yabancıymışım gibi bakmıştı.

Bir şey söylemesini bekleyerek ona baktım ama Jungkook iyi görünmüyordu. Gerçekten iyi görünmüyordu. Teni soluyordu. Nefesleri hırıltılıydı ve gözlerinin parladığını görüyordum. Etrafa baktım. "Jungkook kes şunu." Mingyu onun önünü kapatmaya çalışırken Jungkook sendeledi. Neler olduğunu anlamaya çalışırken birbirimize baktık. Minho onun diklenmesine yardım ederken Jungkook'un burnu kanadı. Siyah kan. Dehşete düştüm ve Matt'i yakasından yakaladım. "Nasıl başardın?" dedim. Sesim öyle titriyordu ki kelimeleri güç bela seçebilirdiniz. Matt de şaşkın görünüyordu. "Ben bir şey yapmadım!" O yapmadıysa kim yapacaktı ki? "Jungkook." Acı çekiyormuş gibi görünüyordu. Gözlerini kapatıp sıkarken burnunu sildi. Sonra bir şey, bir anlığına garip bir aydınlanma yaşadım. Ellerim Matt'in yakasından düştü ve iki yanımda sallanırken geriye doğru sendeledim.

"Bayan Morrell..."

𝐓𝐡𝐞𝐲 𝐂𝐚𝐧'𝐭 𝐓𝐚𝐤𝐞 𝐘𝐨𝐮 𝐅𝐫𝐨𝐦 𝐌𝐞Where stories live. Discover now