S4 [bölüm 46] "We're Not Lovers, We're Just Strangers"

61 10 0
                                    


S4 [bölüm 46]
"We're Not Lovers, We're Just Strangers"







Deaton'ın eski defterleri karıştırmasını izlerken başımı elime yasladım ve karşımdaki duvara baktım. Sürekli aşağı doğru ilerleyen bu hayata nasıl tutunacağımı çözemiyordum. Boğuluyordum ama başımı suyun üzerine çıkaracak kadar cesaretim yoktu. Şimdi siz, bu yine neden karalara bağladı, diye düşünüyor olabilirsiniz. Ruh hâlimi toparlayacak fırsat bulamadan her şey üst üste gelmişti ve ben artık bunlarla mücadele edemiyordum. Bay Son'ın ani aramasını takip eden günlerde öyle saçma şeyler olmuştu ki her şeyi dışarıdan izliyormuşum hissine kapılmıştım. Ama sonuç olarak bunlar yaşanıyordu. Meksika'ya yaptığımız yolculuk sırasında pek çok şey yaşanmıştı. Jungkook Jeon'u bulmak için gittiğimizde diğer avcılarla sorun yaşamıştık. Sonunda Jungkook'u bulmuştuk da. Pek beklediğimiz şekilde olmamıştı bu.

Gözlerimi ovuşturarak karşımda oturan Jungkook'a bir kez daha baktım. Onun Jungkook olduğuna inanasım gelmiyordu. İri cüssesinden ve ağırbaşlı tavırlarından eser yoktu. Jungkook gençleşmişti ve Paige'in ölümünden sonraki hiçbir şeyi hatırlamıyordu. Doğal olarak bizi de hatırlamıyordu ve neler olduğunu sorduğumuzda aldığımız tek cevap bizi tanımıyor oluşuydu. Ona neler olduğunu kimse bilmiyordu. Ama ben biliyordum. Bu Paige'in oyunuydu. Jungkook yalnızca onu hatırlıyordu ve ailesinin geri kalanının yanarak öldüğünü duyunca kendini kaybetmişti. Bunu gözümle gördüğüme inanamıyordum. Jungkook Jeon'un asla kapanmayacak olan yarası aynı bedende iki kez açılmıştı. Buna şahit olmak yüreğimi dağılıyordu.

Üstelik Genç Jungkook benden nefret ediyordu. Onu Meksika'daki bir ahitin içinden çekip çıkarmıştım. Buna rağmen bana güvenmiyordu. Beni tanımaması anlaşılabilir bir durum olmalıydı. Kalbim olanları kabullenemediği gibi Jungkook'un nefretini de sindiremiyordu.

Babam yüzünü sıvazlayarak benim yaptığım gibi Jungkook'a baktı. Hiçbir şeye anlam veremiyor gibiydi. "Tanrı aşkına Deaton, bir şeyler bulduğunu söyle. Aklımı kaçırmaya başlıyorum." Defterlerin arasına gömülmüş olan Deaton kâğıt hışırtılarının arasından başını sallamakla yetindi. Daha fazla bakmaya dayanamayınca gözlerimi Jungkook'tan çektim ve klinikteki malzemeleri incelemeye başladım. Genç Jungkook sıkıldığını gösteren bir hareketle "İşiniz daha ne kadar sürecek?" diye homurdandı. "Paige'i görmek istiyorum." Mideme giren krampla yüzümü buruşturdum. Ne zaman Paige ismi geçse kramplar yaşıyordum.

Ayağa kalkıp babamı kapıya doğru çekeledim. "Baba, Peter Jeon için arama başlatır mısın? Bu işte parmağı olduğunu hissediyorum." Uzun zamandır ortalarda görünmemesi beni şüpheye düşürüyordu. Babam bu olanlara anlam veremediğiyle ilgili bir şeyler mırıldandıktan sonra klinikten çıktı. Hoseok'u aramayı düşündüm. Ama bu düşünceyi anında zihnimden uzaklaştırdım. Theo'nun yaptıklarını ona söylemiştim. Bana inanmamıştı. En yakın arkadaşım bana inanmamıştı ve asıl acı verici olan bu değildi. Asıl acı verici olan şey kimsenin bana inanmıyor olmasıydı. Yoongi dışında. O bana inanıyordu. Ama Hoseok ikimizi de dinlemiyordu.

Deaton'ın sayfaların arasında dalıp gittiğini fark edince Jungkook'a ceketini fırlattım. "Gidelim. Sonra görüşürüz Deaton. Bir şey bulursan ara." Beni duymuşa benzemiyordu. Jungkook ceketini üzerine geçirerek beni takip etti ve kliniğin önüne çıktık. Temiz havayı içime çektim. "Paige'i görmek istiyorum." dedi bir milyonuncu kez. Ona ters bir bakış attım. "Henüz diğerlerini sindiremeden yeni bir travma yaşamanı istemiyorum dostum ama bir kez daha hatırlatayım, Paige öldü. Geçtiğimiz haftalarda da ortaya çıktı. Sonra sen kayboldun, beş yaş kadar gençleştin. Bizi hatırlamıyorsun ve sürekli Paige diye söylenmen beni deli ediyor!" Ellerimi ceketimin cebine sokup başımı da omuzlarımın arasına çektim. Altmış yaşında emekli ve hayattan bezmiş amcalar gibiydim. Dışarıdan bakınca genç görünmem umurumda değildi, içimdeki çürümenin kokusu her gün artıyordu.

Jungkook, Jeep'in diğer tarafından bana baktı. Kaşlarını çatıp "Peki sen kimsin?" diye sordu. "Yani benim beş yaş sonraki hâlimle samimiyetiniz neydi?" Ağzımı açtım. Sonra hemen geri kapadım. Gözlerim camdaki yansımama kaydı. Ne diyebilirdim ki? Beni seviyordun, diyemezdim. Jungkook'un bu ergen versiyonu aşırı homofobik görünüyordu. Seni seviyordum da diyemezdim. Bunu beni tanıyan ve bilen Jungkook'un duymasını istiyordum. Her zaman şikayet etmiş olsam da iri cüssesini özlüyordum. Kapıyı açıp binmeden önce "Arkadaştık." dedim. Birbirini seven, birbiri için ölmeye hazır, birbirini tamamlayan arkadaşlar. Annemle babam da çok iyi arkadaş olduklarını söylerdi.

Araba yolculuğumuz sırada Genç Jungkook'la radyo konusunda tartışma yaşadık. Ona müzik açmamasını söylüyordum. O da inatla açıyordu. Sonunda kafamı direksiyona vurdu ve ben inleyerek burnumu tutarken öfkeyle başını cama çevirdi. Frene asılmasaydım ağaca çarpacaktık. Yolun geri kalanında ikimiz de surat astık. Babam hâlâ merkezde olmalıydı, girdiğimizde ev boştu. Birbirimize bakmadan salona girdik ve birkaç saniye ne yapacağımızı bilemeden dikildik. Sonunda mutfağa gidip önceki gün yaptığım lazanyayı ısıtmaya karar verdim. Ben mikrodalgayı çalıştırırken Jungkook bir sandalye çekip oturdu. Hem yanımda olup hem de yanımda olmamayı sadece o başarabilirdi. Başımı önüme eğdim.

"Baksana Taehyung-" diye konuşmaya başladığında omzumun üzerinden sert bir bakış attım. "Paige dersen kurtadam olmanı umursamadan seni bıçaklayacağım." Ellerimle mermer tezgâhı sıkarken bakışlarımdaki öfkeyi ona hissettirdiğimi umdum. Arkasına yaslanıp bana dikkatle baktı. "Paige demeyecektim," dedi. "Beni sevdiğini anlayabiliyorum, diyecektim." Omuzlarım kaskatı kesilirken bunu nasıl anladığını bilemedim. Anlaşılan Jungkook gençken daha zekiydi. Genç hâli bunu hemen anlamıştı ama o bir türlü sevgimi göremiyordu. Yine de bozuntuya vermedim.

"Sen ne saçmalıyorsun?" diye mırıldandım. "Sevmekmiş. Birbirimizi öldürmediğimize dua et." Birbirine dolanan ellerimle mikrodalganın kapağını açıp tabağı çıkarmaya yeltendim. Böylece elimi de yakmış oldum. "Siktir!" Elimi hızla geri çekip suyun altına tutarken gözlerimi kapattım. Jungkook'u çok özlüyordum. Bu tüysüz yüzü ve normal boyutlardaki vücuduyla kendi görünmüyordu. Ben elimi kurulayıp acıyla yüzümü buruştururken kalkıp yanıma geldi. Elini uzattığını fark edince kaşlarımı kaldırdım."Ne istiyorsun?" Sabırsızca elimi çekip avcuna aldı ve ne yapacağını anlamış oldum. Acımı almaya çalışıyordu. Bir süre bunu denemesine müsade ettim. Başarısız olmak onu sinirlendiriyordu. Sonunda pes etti, "Neden olmuyor ki?" diye şikayet ederken elimi bıraktı.

Güldüm. Lazanyayı temkinle çıkarıp dilimlerken arkamı döndüm. "Bunu daha önce de denedin," dedim. "O zaman da başaramadın." Tabağı önüne bırakıp yanına oturdum. Sandalyede otururken çökmüştüm. Yorgun hissediyordum. Jungkook'un gözleri üzerimdeydi. "Bunun özel bir sebebi var mı? Daha önce sıkıntı yaşadığımı hatırlamıyorum." Ağzıma bir parça lazanya atıp çiğnerken ona baktım ve söyleyip söylememe konusunda kararsız kaldım. Bunu yapabilmesi için sarılmamız gerektiğini söylersem tezini doğrulamış olacaktım. Dolayısıyla sustum.

Benden ümidi kesip somurttu ve memnuniyetsizce yemeye başladı. Ona bakmak acı verici gerçekleri yüzüme çarpıyordu. Belli ki eski Jungkook eğlenceliydi, mutluydu. Hayat doluydu. Paige'i ve ailesini kaybettikten sonra bambaşka birine dönüşmüştü. Olduğu bu adamı seviyordum ama acı çektiğini bilmek beni parçalıyordu.

Her gülüşü yarımdı. Her sevinci eksikti. Jungkook Jeon yalnızdı.

Ona baktığımı fark edince yüzünde bir gülümseme belirdi ama bakışlarını yemeğinden kaldırmadı. "Yani sen şimdi diyorsun ki birkaç yaş büyük hâlim bana nasıl baktığını anlamayacak kadar salak ha?" dedi kendi kendine konuşurmuşçasına. Lokmam neredeyse boğazıma takıldığından kıpkırmızı olmuş bir yüz ve boğuk bir sesle "Saçmalamayı kes çakma Jungkook." diye cevap verdim. İkimizde aynı anda birbirimize baktık ve istemsizce gülmeye başladım. O da benimle aynı anda gülmeye başlayınca kahkaham büyüdü. Yaşanan onca şey akıl sağlığıma iyi gelmiyordu. Karşımda Jungkook oturuyordu ama onu özlüyordum. Birlikte yemek yiyorduk ama beni sevdiğini hatırlamıyordu. O akşam salonda Genç Jungkook'la kahkaha atarken bir şey fark ettim.

Nerede olursam olayım benim evim Jungkook Jeon'du.

𝐓𝐡𝐞𝐲 𝐂𝐚𝐧'𝐭 𝐓𝐚𝐤𝐞 𝐘𝐨𝐮 𝐅𝐫𝐨𝐦 𝐌𝐞Where stories live. Discover now