S2 [bölüm 25]: "Ben Bine Bölüneyim, Yeter Ki Senin Kılına Dokunmasınlar"

73 13 1
                                    

S2 [bölüm 25]:
"Ben Bine Bölüneyim, Yeter Ki Senin Kılına Dokunmasınlar"














Jennifer'la birlikte ayakta yalnızca Jungkook kalana kadar hepsini defalarca fırlattık. Kollarımda bu kadar güç olduğunu bilmiyordum. Onları tutup bir çuvalmışçasına fırlatırken kendimi yenilmez hissediyordum. İç sesim, zavallısın, diyip duruyordu. Haklı olduğunu biliyordum. Ve garip bir şekilde Nogitsune'yle bedenlerimiz ayrılmamıştı.

Herkes bir köşede yığılıp kalmışken Jungkook Jeon her defasında ayaklanıyordu. O her ayaklandığında göğsümde kabaran heyecanı bastırmam gerekiyordu. Yeni tanıştığımız zamanlarda da onunla ilgili her şey beni heyecanlandırıyordu. Ama özellikle bu güçlü duruşu, bu sarsılmazlığı, Jungkook Jeon'u çekici kılan şeydi. Öleceğini bilse bile dimdik duruyordu. Ona vurduğum her darbeyle daha da güçlü bir şekilde ayağa kalkmıştı. Ama hava kararıyordu. Onileri çağırma vaktim gelmişti. Gözlerimi ondan çektim. Keşke o gün soruma cevap verseydi. Belki bir şeyleri telafi etmeyi becerebilirdik.

Onilere seslendiğimi anlamış gibi, "Yapma Taehyung," dedi. Kurtadam formundayken bile güzeldi. "Sana değer veren herkesi öldürmek mi istiyorsun?" Kendisine gelmeye çalışan dostlarıma baktım. Gülmeden duramıyordum. Bana değer veriyorlarmış. "Jungkook bana tek bir şey söylemen yeterliydi. Ama sen susmayı seçtin. Değerden bahsetmeye hakkın yok." Jennifer'ın gitmek için sabırsızlandığını hissediyordum. Onileri üzerlerine saldım. Jennifer'la ormana ilerlediğimiz sırada iç çekti. "Gençlerin ne kadar aptal olduğunu hatırlattın bana." dedi. Kaşlarımı çattım.

"Bu da ne demek?"

Omuzlarını silkti. "Her şey apaçık ortadayken konuyu uzattıkça uzatmayı tercih ediyorsunuz. Nogitsune olduğun için her şeyi daha net gördüğünü sanıyorsun. Ama eskisinden daha da körsün." Canımı sıktığını ona söylemedim, muhtemelen bunu biliyordu. Ama haksız da sayılmazdı. Güç, insanın uğrunda her şeyi feda edeceği bir hazineydi. Onu ele geçirince her şeyi yapabileceğinizi sanıyordunuz. Ama haftalar önce Hoseok'la yaptığımız bir konuşma kulaklarımda çınlıyordu. Sınırsız güce sahiptim ama birine kendimi zorla sevdiremezdim. Sırf ona vurabiliyorum diye Jungkook Jeon'un bana boyun eğeceğini düşünmem saçmalıktı. Onu hiç tanımadığım belli oluyordu. Alfaların alfasına boyun eğmeyen bir adamdan şeytana boyun eğmesini beklemek boş bir ümitti.

"İşte burası."

Ünlü nemetonun kesik bir ağaç olması beni bir miktar hayal kırıklığına uğrattı. Olduğum yerde durup başımı yana yatırdım ve nemetonu inceledim. Doğaüstü bir güce hükmettiğine inanmak neredeyse imkansızdı. Çatlak bir kütükten neler yapılabilirdi? Etrafında dolaşıp incelemeye devam ettim. Nogitsune gülerken "Hâlâ sırrrrları saklıyorrrsunnnn." diye fısıldadı. Sırlardan bahsedip duruyordu ve bazı anlarda kabuğuna çekilmesinin tek sebebinin bu olduğunu düşünüyordum. Öğrenmemi istediği sır neydi?

Jennifer harekete geçmemi sabırsızlıkla bekliyordu. Ne yapacağımı bilemiyordum. Ben de ipleri Nogitsune'nin ellerine bıraktım. Ağaç köküne uzandık. Elim pürüzlü yüzeye değer değmez bir elektriklenme hissettim ve nemetonun çatlaklarından ateşböcekleri fışkırmaya başladı. Bir böcek sürüsüyle çevrelenmek dehşet vericiydi. Elimi çekip böcekleri kovmak için kollarımı sallamaya başladım. O sırada Jennifer bir şeyler mırıldanarak büyü yapıyordu. Deforme olmuş suratı ortaya çıkınca yüzümü buruşturarak geri çekildim. İstediğini yapacak kadar süre tanıdım. Bu sırada gökyüzünde güneşin ilk ışıkları parlamaya başlamıştı.

Jennifer, güneş görünür bir hal alana kadar devam etti. Daha sonra yüzü normale döndü ve memnun bir gülümsemeyle üzerine saldırmadan önce "İşbirliği için teşekkürler, Taehyung," dedi. Daha ne olduğunu anlayamadan parmağı alnıma değdi. Geri doğru sendelerken bütün vücuduma aynı anda dayanılmaz bir acı yayıldı. Acının tarifi yoktu. Ama eğer olsaydı, yanarak ölmek olarak tarif ederdim. Sanki defalarca kez yanıyordum, derim iyileşiyordu ve tekrar yanıyordum. Bitmek bilmez bir acıydı. Akıl hastanelerinde acıdan deliren insanlar olduğunu duymuştum. Eğer bu doğruysa ben de deliriyordum. Bu acı bana aklımı kaçırtacaktı. Jennifer karşımda durmuş gülerek izliyordu. Bütün vücudum acıyla sarsıldı.

Ve birdenbire hiçbir şey olmamış gibi her şey sona erdi. Acı geldiği hızla yok oldu. Hızlı bir şekilde nefes alıp veriyordum. Terden sırılsıklam olmuştum. "Bana ne yaptın?" diye sordum. Bedenimin çöktüğünü hissediyordum. Sanki çektiğim acı, bedenimin yıllar içerisinde çekeceği acının birleşmiş hâliydi. Sanki bedenim elli yıllık bir zamanı saniyeler içinde yaşıyordu. Sanki, yaşam enerjim emiliyordu. "işbirliğini sevdim ama Nogitsune pek memnun kalmadı, Kim. Çok başına buyruksun. Ben de süreci hızlandırdım." Süreç. Bedenlerimizin ayrılmaması Nogitsune'nin de canını sıkmıştı. Bu yüzden hayatım bir anda emiliyormuş gibi hissediyordum. Jennifer tek bir dokunuşuyla ölümümü hızlandırmıştı.

Sendelerken acı acı güldüm. "Elimden geleni yapacağım Jennifer. İnan bana. Seni de peşimden götürmek için ne gerekiyorsa yapacağım." O, yüzündeki zafer ifadesiyle arkasını dönerken yere çöktüm. Ciğerlerime dolan hava her seferinde hırıltılı bir ses çıkarıyordu. Nogitsune eskisinden daha canlı bir sesle "Hadi Taehyung!" dedi. "Sırlarrrr." Onu dinleyip ayağa kalkmak büyük bir hataydı çünkü sonraki günü baygın geçirmeye yetecek kadar enerji harcamıştım. Uyandığımda bir gün geçmişti bile. Hava kararıyordu ve ben uyurken neler olduğu hakkında en ufak fikre sahip değildim. Ama öğrenmem uzun sürmedi.

Ben uyurken izimi takip eden dostlarım yerimi bulmuştu. Uyanmamın üzerinden henüz yarım saat geçmişken Hoseok ağaçların arasında belirdi. "Hey, Hoseok." diye selam verdim. Öleceğimi bütün hücrelerimde teker teker hissediyordum ve bu korku beni tüketiyordu. Ama o sırrı öğrenecektim. Bu yüzden nemetona yaslanmış vaziyette oturmaya devam ettim. Diğerleri de teker teker ortaya çıktığında gözlerim Jungkook'u aradı. Bir cesetten hâlliceydim. Bu görüntümle Jungkook Jeon'un bütün parltısı gözümü kör ederdi. Ama onu görmek istiyordum. Neredeyse ağlayacaktım. İnsan oturup ölümü beklerken huzurlu olur diye düşünürdüm. Ne zaman olacağını bilmek de gitmeyi kolaylaştırmıyormuş meğer.

Jungkook karşımdaydı. Tıpkı diğerleri gibi beni tuzağa düşürmüş olmanın haklı gururunu yaşıyordu. Ama onlar beni tuzağa düşürmüşse ben de Jungkook'u tuzağa düşürmüştüm. "Sır," dedim. Nogitsune'nin beni yönlendirdiğini hissediyordum. "Söylesene Jungkook. Neden huzursuzsun? Burası seni rahatsız mı ediyor?" Ona en sakin ifademle bakarken Jungkook şaşırdı. Bunu görünce aydınlanmayla gülümsedim. Sır, Jungkook Jeon'a aitti ve öğrenmek istemiyordum. Öğrenecektim. İstemesem de öğrenecektim ama bu beni daha da tüketecekmiş gibi hissettim. Hoseok öne bir adım atıp "Taehyung, iyi görünmüyorsun." dediği sırada gözlerim alfaya kilitlenmişti. "Söylesene," dedim. Bütün gücümle "Gerçeği söyle!" diye bağırdım. Ciğerlerimdeki bütün hava çekilmiş gibiydi. Öksürerek sarsıldım. Bana yardım etmek için atılan her adımı Nogitsune'nin yaydığı enerji engelledi.

Jungkook'un gözlerine baktım ama bu hayatımda yaptığım en büyük hataydı. Bile bile kendimi ateşe atmaktan bir farkı yoktu. Onun ela-yeşil gözleri beni boğuyordu ve her seferinde çırpınarak yüzeye çıkmak istiyordum. İki derin uçurumdan ibaretti ve Jungkook Jeon sizi o uçurumlardan atlamaya ikna edebilirdi. "Sır yok, Nogitsune," dedi. Benim yerime o şeytanla konuşması, son saatlerini yaşayan kalbimi paramparça etti. "İstediğin şeyi biliyorum ama bu bir sır değil. Ve bu zevki tadamayacaksın." Dakikalar geçtikçe daha da yıkılıyordum ama Jungkook bana baktı. Taehyung'un gözlerine baktı ve yüzündeki şefkat karşısında paramparça olan kalbim hızlandı. Sakin bir gülümseme yayıldı yüzüne. Öyle ki bunu ben mi hayal etmiştim, anlayamadım. Bana yaklaştı. Nogitsune olacakları merakla izler gibiydi ve o yaklaşırken buna izin verdi.

Jungkook önümde diz çöktü. "Taehyung Kim," dedi, sesinin titrediğini fark edince dehşete düştüm. Onun sesi titremezdi. O Jungkook Jeon'du. Omuzları çökemezdi. Bir alfanın zayıf noktası olamazdı. Olmamalıydı. Ama bana bakarken aylarca inkâr ettiğim bir gerçeğin bariz şekilde gözlerinden yansıdığını gördüm. O güzel gözleri, beni her baktığımda farklı bir kıyametin içine çeken güzel hareleri, artık berraktı. Bu berraklık beni korkuttu çünkü görüyordum. Jungkook Jeon'un zayıf noktasını, boynunu eğmesine sebep olan şeyi görüyordum. Elini uzatıp beni dirseğimden yakaladığında ben de onun dirseğini tuttum. Kollarımız arasında bir enerji akışı oluyormuş gibiydi ya da bunu ben hayal etmiştim. Ona ne zaman dokunsam böyle hissederdim.

"Seni böyle görmeye dayanamıyorum." diye fısıldadı. Alfaların zayıf noktaları olmamalıydı. Ama Jungkook Jeon'un vardı ve onun zayıf noktası bendim.

𝐓𝐡𝐞𝐲 𝐂𝐚𝐧'𝐭 𝐓𝐚𝐤𝐞 𝐘𝐨𝐮 𝐅𝐫𝐨𝐦 𝐌𝐞Where stories live. Discover now