S4 [bölüm 49]: "But Loyalty Don't Come For Free"

68 10 0
                                    


S4 [bölüm 49]:
"But Loyalty Don't Come For Free"






everyone's got people they see through

but I see through everyone so if you want me to believe you and need you

might take some time to recognize

'cause all my friends are fake

~

Kimeralar ortaya çıktığında güzel bir bahar havası vardı. Beacon Hills'te bu çok nadir yaşanırdı, bu yüzden hiç kimse esmekte olan meltemin kötülüğe işaret ettiğini anlayamadı. Sürekli felaket habercisi gibi gezmeme rağmen ben bile havanın güzel olmasına öyle kapılmıştım. Güneş parlıyordu, çiçekler meltemin hafif esintisiyle sallanıyordu. Masmavi bir gökyüzü vardı. İnsanın sahip olmayı isteyebileceği her şey vardı ve basketbol topuyla potaya koşan Jungkook'un sırtı görüş alanımdayken keyfimi kaçırmak istemiyordum.

Boğazımı temizleyerek basket atmasını izlerken "Hile yapıyorsun," dedim. "Sana oynamayı beceremediğimi söylemiştim." Topu sektire sektire yanıma gelirken zafer sırıtması yüzündeydi. Harika görünüyordu. Aramızda mesafe bırakarak topu bana pasladı ve masum gözlerle "Unutmuşum sanırım." dedi. Yüzümü buruşturup topu ona geri pasladım. "Oynamayacağım, Jungkook. Beni aynı gün içinde dört kere yenemezsin." Topu yeniden bana pasladığında iç çektim. Bana, her istediğini yaptırabileceğini söyleyen gözlerle bakıyordu. Ah, o gözlere asla karşı koyamıyordum. Omuzlarımı düşürüp topu sektirdim.

Sırıtmaya dönüşen bir gülümsemeyle "işte benim erkeğim." dedi. Öyle şaşırdım ki topu elimden kaçırdım ve burnuma aldığım darbeyle sendeledim. Sırtması silinirken yanıma koştu. "İyi misin Taehyung? Tanrı aşkına, bir topu sektirmeyi bile beceremiyor musun?" Burnumun acısından gözümün önünde yıldızlar uçuşuyordu ama gülmekten kendimi alamadım. Bu hâlime anlam veremediğini gözlerinden okuyabiliyordum. Ben de anlam veremiyordum. Hayatımın en acı verici anlarında Jungkook'a bakıyordum ve gülüyordum. Belki basketbol topu canımı yakan en kötü şey değildi ama acımıştı işte. Anlaşılan insan mutluyken, sevdiği adamın gözlerine bakarken acıyı hissetmiyordu.

Elimi burnumdan çekip yakasını tuttum ve ona hızlı bir öpücük verip sahanın dışına koşmaya başladım. Olduğu yerde durmuş afallamış vaziyette arkamdan bakıyordu. Geri geri koşarken ona el salladım ve "Akşamki şampiyonluk maçında görüşürüz!" diye bağırdım. Dediğim gibi, keyfim yerindeydi. Dört dörtlük bir gündü. Böyle güzel günlerde yaşadığım bütün olumsuzluklar silinip gidiyordu. Elbette bu mutluluk da uzun sürmüyordu.

Jeep'e giderken Mingyu'ya rastladım. Elinde lakros sopasıyla okula yürüyordu. "Hey Mingyu!" diye selam verdim ona. Beni duydu, başını çevirip beni gördü. Ama tepki vermeden okula yürümeye devam etti. Elim havada donup kaldı. Yumruklarımı sıkıp kendime gelmem birkaç dakika sürdü. Anlaşılan Hoseok sürüsüne bir şeyleri dikkatlice tembihlemişti. Dün de Yoongi tarafından görmezden gelinmiştim. Yuqi de durumdan pek memnun olmasa da utana sıkıla sorularımı cevapsız bırakıyordu. Chaeyoung ve Lisa diğerlerinden daha ılımlıydı ama benim kaba ve adi bir herife dönüşmem onları rahatsız ediyordu. İçlerinde yalnızca Yoona, Hoseok'un kurallarını umursamıyordu. "Birinin kafasına beyzbol topu atmakta ne sorun olduğunu anlamıyorum." diyordu. Bazen onun medeniyet görmemiş bu vahşi tarafına minnettar oluyordum.

Mingyu'yla yaşanan andan sonra moralim dibi görmüştü. Üstelik en yakın arkadaşımı kaybediyordum. Theo elinden gelen her şeyi yaparak onların güvenini kazanıyordu. Ben de yavaş yavaş siliniyordum.

𝐓𝐡𝐞𝐲 𝐂𝐚𝐧'𝐭 𝐓𝐚𝐤𝐞 𝐘𝐨𝐮 𝐅𝐫𝐨𝐦 𝐌𝐞Where stories live. Discover now