S4 [bölüm 51]: "People Have Been Talking Behind My Back"

62 9 1
                                    


S4 [bölüm 51]:
"People Have Been Talking Behind My Back"






i'm tired of always being

the punching bag

~


Okul, savunmasız kaldığım yegâne yerdi. Beni destekleyen tek kişi, yani Jungkook, okulda yanımda duramıyordu. Oysa sürü hep birlikteydi. Ne zaman sınıfa girsem onlardan biriyle veya birkaçıyla karşılaşıyordum. Bana düşmanlarıymışım gibi baktıklarını görüyordum ve kaçıp gitmek istiyordum. Yapayalnızdım. Okulda tanımadığım birkaç kişi olabilirdi, buna rağmen kiminle sohbet etmeye kalkışsam fiyaskoyla sonuçlanıyordu. Herkes lakros maçında olanlardan beri tedirgindi. Kimse sürünün dönüştüğünü görmemişti ama bir şeylerin doğru olmadığını net şekilde görmüşlerdi. Artık herkes diken üstünde dolaşıyordu.

Ben mi? Dostlarımı kaybetmenin acısı birkaç dakikalığına zihnimden uzaklaştığında Jungkook'u düşünüyordum. Sevgiden çıldırdığım için değildi onu düşünmem. Yani evet, o da vardı ama son günlerde başka bir şey de kafamı kurcalıyordu. Hareketlerindeki tuhaflıklar artmıştı. Theo'nun karşısında güç kullanmamış olması da aklımı meşgul eden diğer bir noktaydı. Neden kimseye güç kullanmıyordu? Kibar kurtadam olmaya mı karar vermişti? Sorunun bu olmadığını biliyordum, zihnim de alarma geçmişti. Ama dile getirmekten uzak duruyordum. Koridorlarda yürürken, ders dinlerken, yemek yerken hep dalgın oluyordum. Tahmin ettiğim gerçek beni korkutuyordu ve bu korkunun, daha önce yaşadıklarımın yanında hiç olduğunu seziyordum.

"Kara kara ne düşünüyorsun?" diye sordu Danny. Kimya laboratuvarında tek başıma oturuyordum ve zilin çaldığını fark etmemiştim. Konuşmasaydı yanıma oturduğunu bile anlamazdım. Eh, en azından o benimle konuşuyordu. Dirseklerimi sıraya yaslarken "Danny," dedim. "Sana mantık dışı bir şey sorabilir miyim? Öylesine." Çantasından kimya formüllerinin yazdığı defterini çıkartıp sayfaları çevirirken omuz silkti. "Kurtadamlar hakkında mı?" dedi, umursamaz hâlleri karşısında şoka uğradım. Benim bu hâlime gülerken fazla rahat ve anlayışlı bir şekilde omuz silkti. "Ethan'la takılırken bunu anlamayacağımı filan mı sandınız, cidden?" Şaşkınlıktan açık kalan ağzımı güçlükle kapattım.

Defterini kapatırken "Hadi sor Taehyung," dedi. "Birazdan burası dolacak." Derin bir nefes aldım. Danny'i yıllardır tanıyordum ama hiçbir zaman tam anlamıyla arkadaşlık yapmamıştık. Birbirimizi selamlamaktan öteye geçmeyen bir ilişkimiz vardı. Şimdi hayatımın en önemli konularından birini ona açmayı düşünüyordum. Gergin bir sesle "Ethan sana ne kadarını anlattı?" diye sordum. Arkasına yaslanıp kollarını göğsünde kavuştururken yukarı bakarak düşündü. "Sanırım her şeyi. Aylardır çıkıyoruz dostum. Gördüklerimi görmemiş gibi yapmak konusunda çok başarılıyımdır." Dudaklarımı birbirine bastırıp başımı salladım. Ne diyebilirdim ki?

"Pekâlâ. O hâlde kurtadam olaylarına hâkimsin. Jungkook Jeon'u tanıyorsun değil mi? Ah, elbette tanıyorsun. Her neyse. Geçenlerde gençliğine geri döndü ve bir süre genç hâliyle yaşamamız gerekti. Sonra eskiye döndü. Ama bir sorun var, Danny. Büyük bir sorun var ve ben bununla nasıl başa çıkacağımı bilmiyorum," Durup sesimin titrememesi için yutkundum. Konuşmanın benim için güç olduğunu biliyormuş gibi, Danny öne eğilip sıraya yaslandı. Devam etmemi istercesine başını salladı. "Kurtadamların renk değiştiren gözlerini, kendilerini iyileştirme yeteneklerini ve sahip oldukları insanüstü gücü biliyorsun. Sanırım... Sanırım Jungkook bütün bunları kaybediyor."

Bu durum onu şaşırtmış göründü. Kaşlarını kaldırırken başını kaşıdı. "Yani," dedi kelimeyi uzatarak. Sonra pes ederek omuzlarını düşürdü. "Dostum, bu ne demek?" Biraz daha ona dönmeyi denedim. Gerginlikten rahat bir pozisyon bulamıyordum. "Jungkook'un yaraları iyileşmiyor, Danny. En azından eskisi kadar hızlı değil. Üstelik geçenlerde soğuk algınlığı geçirdi. Bana çaktırmamaya çalışıyor ama eski haline döndüğünden beri dönüştüğünü hiç görmedim. Eskiden arabaları kaldırabiliyordu, şimdi beni bile itemiyor." Benim hakkımda neden endişelendiği de belliydi. Güçlerini kaybettikçe beni koruma konusundaki olanakları da sınırlanıyordu. Jungkook, hayatı boyunca sahip olduğu belki de en kıymetli şeyi kaybediyordu ama bu kaybı benimle paylaşmıyordu. Bir uzvunu kaybetmekten ne farkı vardı? Hiçbir farkı yoktu. Dehşete düştüğünü biliyordum, gizlemesi öyle olmadığı anlamına gelmezdi.

Danny bir müddet sessiz kaldı. Ne düşündüğünü tahmin edemiyordum. Birkaç dakika öncesine kadar bu durumlardan haberi olduğunu bile bilmiyordum. Her şey ne kadar da değişmişti böyle... Bir müddet sonra defterini kapattı. Sınıf dolmaya başlamıştı. "Sence," dedim, düşünmesini hızlandırmak için. "Jungkook tamamen insana mı dönüşüyor? Yoksa ölüyor mu?" Yutkunamadım. Çünkü Danny bana baktı ve o gözlerde cevabı gördüm. Bana doğru eğildi ve anlayışlı bir bakışla gülümsedi. "Bak dostum, insana dönüşmesi de ölümle aynı kapıya çıkıyor."

Kaşlarımı çatarak "Ne demek istiyorsun?" dedim. Deney tüplerini parmaklarının arasında çevirirken gözlerini benden çekmişti. "Yaşadığınız onca tehlikenin içinde Jungkook'un iyileşme gücü olmadan hayatta kalması mümkün mü, Taehyung? İnsanüstü gücü olmadan kendini koruması mümkün mü? Günün birinde içine düştüğünüz savaşın ortasında Jungkook düşüp bir daha asla kalkamayabilir. Bu yüzden insana dönüşmesi de ölmesiyle aynı anlama gelmez mi?" Yaptığı yorumun acımasızlığı beni hem telaşlandırdı hem de öfkelendirdi. Neredeyse ona vurmak isteyecek kadar kızmıştım. Diğer yandan bu düşüncesini haksız çıkaracak bir şeyler söylemek istiyordum. Hızlıca düşündüm. Sınıfa Hoseok ve Mingyu girdiğinde dişlerimi sıktım. Şuanda konu onlar değildi.

"Ben hayatta kaldım," dedim, aniden gelen aydınlanmayla. "Kıçım tehlikeden kurtulmadı ama bir insan olarak hâlâ hayattayım." Benim bu çaresiz heyecanım onun acıyan bakışlarından yansıdı. Omuzlarım gerildiği sırada "Taehyung," dedi, Danny. Hoseok ve Mingyu bize en uzak yere oturmuştu ama kurtadam kulaklarının bizde olduğuna emindim. "Seni koruyacak birileri mutlaka vardır. Öyle değil mi? Jungkook seni kaç defa kurtardı? Sürüdeki diğerleri? Peki Jungkook'u kim kurtaracak?" Öğretmen sınıfa girdi ve Danny defterleriyle kitapları arasında mekik dokumaya başladı. Beni, içine düştüğüm cehennemde yapayalnız bırakmıştı. Ağlamayı düşündüm. Ama gözyaşları dışarı akarken içimdeki yangını söndürmeye yaramazdı.

Bağırmayı düşündüm. Danny'den nefret ettim. Çünkü haklıydı. Başıma gelen her şeyin ortasında birileri beni mutlaka kurtarmıştı. Jungkook hep oradaydı. Sürü beni almaya gelmişti. Aramızdaki bağ beni hayatta tutmuştu ama artık ne Jungkook'u ne de beni koruyacak bir sürü yoktu. Aklım bulanıktı ve öğretmenin sorusu bana yöneltilince tek kelime etmeden eşyalarımı toplayıp çıkmak zorunda kaldım. Dersin geri kalan kısmında tuvalette kusuyordum. Jungkook bana neden her şeyi açıkça söylemiyordu? Bunlarla başa çıkamıyordum. Tanrım...

Tuvalet kabininin kapısı tıklatılınca sesimi güç bela bulup "Dolu." dedim. Bok gibi hissetmek tam olarak böyle bir şeydi. Kapıyı çalan her kimse zeminde oturduğum için kapının altından ayaklarını görebiliyordum. Gitmiyordu. Bıkkınlıkla nefesimi üfledim. "Ahbap," dedim. "Çıkmayacağım. Başka bir yerde şansını dene." Kolumu karnıma sarıp yüzümü buruşturdum, midem çok fenaydı. "Neyin var Taehyung? Bozuk bir şey mi yedin?" Kapının diğer tarafındaki ses Theo Raeken'a aitti. Elimde olmadan yeniden klozete yapıştım. Ben kusarken gülüyordu. "Yediklerine biraz daha özen göstermelisin Kim. Anlaşılan her şeyi kaldıramıyorsun."

Onu yumruklayacaktım. Gerçekten yumruklayacaktım. Kabinin kapısını hışımla açıp çıktım ama ben daha onu duvara çarpamadan içeri Minho ve Ethan girdi. Ellerim Theo'nun yakasında kalakalmıştım. Ellerini havaya kaldırmış ve dehşet içinde görünen Theo'ysa yine istediğine ulaşmıştı. Başımı önüme eğerek güldüm. Ellerimi yakasından çekerken üzerini düzelttim. Eğilip kulağına yaklaştım. "Bak Theo, herkesi kandırabilirsin ama senin de dibi gördüğün anlar gelecek. O zaman yine herkesin sırt çevirdiği kişi olacaksın. Bana yaptıklarının bir önemi de olmayacak. Kaybedecek hiçbir şeyi olmayan insanlarla şansını denememelisin."

Ondan uzaklaşıp Minho ve Ethan'ın arasından geçerek kapıyı açtım. Çıkmak üzereydim. Theo "Kaybedecek daha çok şeyin var Taehyung." dediğinde durmak zorunda kaldım. Midem yine ağzıma geliyordu ama sorun Theo'nun tehdidi değildi. Sorun, bunun bir tehdit olmamasıydı. Basit bir gerçeği dile getiriyordu. Babam ve Jungkook, sahip olduğum tek aileydi. Şimdi ikisini de kaybetme riski midemi yakıyordu. Sırtım dik, başım yukarıda çıktım tuvaletten. Theo'nun beni alaşağı edemeyeceğini göstermek istiyordum. Yıkılmayacaktım. Her zaman savaşmıştım. Her zaman ayakta durmuştum. Her zaman hayatta kalmanın bir yolu vardı.

Herkesi koruyabilirdim. Uğrunda neyi feda etmem gerektiği umurumda bile değildi.

𝐓𝐡𝐞𝐲 𝐂𝐚𝐧'𝐭 𝐓𝐚𝐤𝐞 𝐘𝐨𝐮 𝐅𝐫𝐨𝐦 𝐌𝐞Where stories live. Discover now