S4 [bölüm 55]: "But You Won't See Me Fall Apart"

53 9 0
                                    


S4 [bölüm 55]:
"But You Won't See Me Fall Apart"










Well I've got thick skin and an elastic heart

But your blade it might be too sharp I'm like a rubber band until you pull too hard

Yeah I may snap and I move fast

You won't see me fall apart 'Cause I've got an elastic heart

~

"Onlara öfkeli değil misin?"

Sopamı savurup bir topu daha kaleye gönderirken kesik kesik nefes aldım. Elimle alnıma düşen saçları geri taradığım sırada "Ne için?" diye sordum. Sıranın onda olduğunu belirtircesine topların durduğu torbayı işaret ettim. Eğilip bir top aldı ve dudaklarını düşünceli bir şekilde birbirine bastırdı. "Yani," dedi biraz uzatarak. "Sana inanmadılar, değil mi? Çok çabuk affettiğini düşünmüyor musun?" Kollarındaki kaslar gerildi, sopayı omzunun üzerine kaldırdı ve dudaklarını içeri çekerken topu fırlattı. Tam isabet. Takdir eden bir ifadeyle başımı salladım. Eğilip yeni bir top aldım.

"Kimsenin güvenine ihtiyacım kalmadı." dedim. Kimsenin dostluğuna da ihtiyacım yoktu. Ama bunu söyleyip Danny'i incitmek istemedim. Topu ağlara göndermekle yetindim. Danny sopasına yaslanmış beni izliyordu. Pes edip ona bakana kadar beni dikizleyeceğini biliyordum. Ben de iç çekip sopamı yere bıraktım. Beni süzmesinden rahatsız olmuştum ama o bunu umursamadan "Bazı şeyleri açıkça söylemiyorsun," dedi. "Yani farkında mısın bilmem ama bu kadar sakin olman korkutucu." Kaşlarımı kaldırdım. "Ne? Bana inanmadıkları için hepsini döveyim mi?" Bana ciddi olup olmadığımı anlamak ister gibi baktı. Ardından bıkkınlıkla elini yüzüne götürüp alnını sıvazladı.

"Yas tutmanı beklemiştim." dedi. Çenemi sıktım, bakışlarım sertti. Hafifçe gülümseyerek "Ne için?" dedim. "Ne diye yas tutacakmışım?" Gidip kaledeki topları topladım ve torbaya geri doldurdum. Sopamı da alıp sahadan çıkmaya hazır vaziyette Danny'nin karşısına dikildim. Bana anlam veremeden, "Jungkook için Taehyung," dedi. "O günden beri çok iyi görünüyorsun. Hiç yas tutan birine-" Sopamı ayağının ucuna sapladığımda sözü yarıda kaldı. Gözlerimde her ne gördüyse sustu. Dişlerimin arasından "Jungkook öldü, Danny," dedim. "Etrafına bak Danny. O öldü. Ama ben hayattayım, bu da hayatımdan zevk alabilmek için ikinci bir şansa sahip olduğumu gösterir." Torbayı göğsüne çarpıp tutmasını bekledim. Elini kaldırıp torbayı kucakladı.

Arkamdan gelirken bakışlarını sırtımda hissediyordum. Soyunma odasında kısa bir duş aldık, giyindik. Otoparkta ayrılmadan önce Danny bana baktı. Ona "Sonra görüşürüz." dedim ama bana cevap vermedi. Bakışlarında bir şey vardı ve iğne gibi bedenime batıyordu. Onu umursamadım. Jeep'e bindim, Danny çoktan otoparktan çıkıp gözden kaybolmuştu. Elimi kontağa uzattım ama daha anahtarı çeviremeden elim kucağıma düştü. Gözlerimi ön camdan dışarı çevirdim. Yalnızdım. Koskoca okulda yalnız kalmıştım.

Ağladım. Gözyaşlarım sel olup dışarı taşmıyordu ama daha yavaş ve acı verici akıyorlardı. Her damlanın tenimi cayır cayır yaktığını hissediyordum. Başımı önüme eğmek için gözlerimi camdan çektim. Bedenim sarsılırken ağladım. Hava kararmaya başladı ama durmadan ağladım. Babam iki kez aradı ama sesli mesaja düşmesine izin verdim. Alnımı direksiyona yasladım, ağladım. Birkaç kez Lisa aradı. Chaeyoung, hatta Hoseok bile sesli mesaj bıraktı. Ama olanlardan sonra onlardan gelen çağrıları görmezden geliyordum, dolayısıyla mesajları dinlemeden sildim. Gözlerim bulanık vaziyette karanlığın içinde küçük bir nokta olan Jeep'te oturdum. Ellerim titriyordu.

𝐓𝐡𝐞𝐲 𝐂𝐚𝐧'𝐭 𝐓𝐚𝐤𝐞 𝐘𝐨𝐮 𝐅𝐫𝐨𝐦 𝐌𝐞Where stories live. Discover now