S3 [bölüm 36]: "Ve Sen Geçersin İçimden, Bitmek Bilmezsin"

64 10 0
                                    


S3 [bölüm 36]:
"Ve Sen Geçersin İçimden, Bitmek Bilmezsin"





Başımı kaldırdığımda rüzgarda salınan saçlarının arasında gördüğüm gözleri yaşlıydı. Onu o anda da daha sonra da çok sevdim.

Asuman Toprak Deniz

~

Ne zaman babamla iyi vakit geçirecek olsak annemin uzakta durup bizi izlediğini fark ederdim. Orada durur, omzunu kapıya yaslar, yüzüne huzurlu bir gülümseme yerleştirirdi. Bize baktığını fark ettiğimde gülümsemesi genişleyerek yanımıza gelirdi. O zamanlar anlam veremiyordum ama büyüyünce, insanların güzel anları şişeleyip saklamak istemesini anlayabilmiştim. Annem de güzel anları ölümsüzleştirmek için durup izlemeyi tercih ediyordu.

Jungkook'la geçirdiğimiz vakti uzaktan izleme fırsatım yoktu ama olsaydı muhtemelen bunu yapardım. Onunla vakit geçirmenin neye benzeyeceğini hiç düşünmemiştim. Yani bilirsiniz, o Jungkook Jeon'du. Hayatının yarısını yanmış bir evde ailesinin hayaletiyle geçiren gizemli bir kurtadamdı. Yaptığı tek aktivitenin ortalıkta dolaşıp aniden önümüzde belirmek olduğunu sanıyordum. Yanılmışım. Bütün o gizeminin ve karanlığının yanında harika bowling oynuyordu. Labutları birer birer devirmesini izlediğim sırada Jungkook'la vakit geçirmenin gerçekten bu kadar güzel olup olamayacağını anlamaya çalıştım. Rüya gibi geliyordu.

Başarılı bir atışın ardından gülümseyerek bana döndü ve "Seni fena yeniyorum." dedi. Gözlerindeki parıldama ve gülümsemesinden meydana gelen kırışıklar onu birkaç yaş daha gençleştirmişti. Ve mutlu görünüyordu. Mutlu olmak ona yakışmıştı. Enerjisi bana da bulaşmıştı ama ben bowlingde de diğer her şeyde olduğu gibi beceriksizdim. Mavi bir topu alıp parmaklarımı geçirirken ona ters bir bakış attım. "Bir dahakine satranç oynayalım. Sana o zaman kimin daha fena kaybettiğini gösteririm." Sırıtarak koltuğa oturdu ve atış yapmamı bekledi. Düz gideceğini umarak topu yuvarladım ve hepsini olmasa da labutların yedisini devirmeyi başardım. Yumruğumu karnıma doğru çekerken "Evvet!" diye bağırdım.

Yüzümdeki zafer sırıtışıyla arkamı döndüğümde Jungkook'un bakışı bana nostaljik hissettirdi. Tıpkı annem gibi duruyordu. Onun da bugünden zevk aldığını görmek beni heyecanlandırdı. Birlikte zaman geçirme fırsatına sahip değildik ve ne zaman bir araya gelsek fırtına kopuyordu. Şimdi o böyle rahatlamış görünürken bu anı şişelemek istiyordum.

"Belki de düşündüğün kadar beceriksiz değilsindir." dedi. Omuz silkerek ikinci topu aldım ve başarının heyecanıyla güzel bir atış daha yaptım. Geri dönüp oturduğum sırada güldüm. "Eh, Kim'ler biraz uğraşarak her şeyde başarılı olabilir." Ama yine de ona kaybettim. Aramızdaki puan farkı son atışlarda azalmıştı. Yine de kazanmama yetmedi. Dışarı çıktığımızda havanın aniden on derece kadar soğuduğunu fark ettim. Üzerimde gömleğim de yoktu. İnce bir tişörtle kalakalmıştım. Jungkook bunu fark etmiş olmalı ki üzerindeki deri ceketi hafifçe gülerek bana uzattı.

"Kurtadam olmama güveniyorsun herhalde." Üşümemesi harika bir şeydi. İkiletmeden montu aldım. "Siktir, çok soğuk." diye mırıldanarak Jeep'e ilerledim. Ayaklarım geriye gidiyordu. Böyle güzel anların sonsuza dek sürmemesi saçmalıktı. Elimi kapı koluna attım ama açmadan önce ona baktım. Arabasına yaslanmış bana bakıyordu? Kaşlarımı kaldırdım. "Bakışların beni huzursuz ediyor. Endişelenmeli miyim?" Güldü ve doğrularak yanıma geldi. Ellerini cebine sokmuştu. Ceketinin içinde çapulcu gibi görünüyor olmalıydım. O ise yine harikaydı. Güzel ve Çirkin gibiydik ama nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde ben hep Çirkin olarak kalıyordum. Jungkook'sa hep Güzel'di ve bir şekilde prense dönüşmeyi de başarıyordu. Onu kıskandım.

𝐓𝐡𝐞𝐲 𝐂𝐚𝐧'𝐭 𝐓𝐚𝐤𝐞 𝐘𝐨𝐮 𝐅𝐫𝐨𝐦 𝐌𝐞Where stories live. Discover now