S4 [bölüm 48]: "Can't Hide My Fears, I Tried But I'm Just Human"

54 10 0
                                    

y/n: oğuz atay esintili bir bölüm oldu. arada rastlarsanız
şaşırmayın.



S4 [bölüm 48]:
"Can't Hide My Fears, I Tried But I'm Just Human"




...

sen aklıma gelince herşeyler gülümserdi. ağaçlar şarkı söyler, rüzgâr tatlı eserdi.

sabahattin ali
...




who wants you badly, no matter what you do i still love you madly with your every move

~


Ve işte oradaydı. Jungkook Jeon'a has duruşu, nefes alıp verirken gerilen göğüs kasları, geniş omuzları, iri cüssesi, kirli sakalı, dudakları, burnu ve güzel gözleri. Her şey yerli yerindeydi. Arkasını dönüp olduğu yerde soluklanırken birbirimize baktık. Farkında olmadan onu o kadar çok özlemiştim ki ölecektim. Aşık olmanın, hayır aşkın çok ötesinde, bir insanı kalbiniz patlayacak kadar sevmenin garip bir etkisi vardı. Jungkook'a bakıyordum ve kısacık zamanda yüzüne nasıl hasret kaldığımı anlayamıyordum. Birini bu kadar sevmenin mümkün olduğunu Jungkook'u sevene kadar bilmiyordum.

Gözümden bir damla yaş aktı. Jungkook'a duyduğum özlemden kaynaklanıyordu yaş ama herkes Mingyu için olduğunu düşündü. Mingyu'nun başındaki yara çoktan kapanmıştı ama henüz uyanmamıştı. Lisa omzumu sıvazlarken Jongin ve Ethan gelip Mingyu'yu kaldırdı. Herkes vücudunu ovalıyor, boynunu esnetiyordu. Bunlar olurken ben olduğum yerde oturuyordum ve ruhumun, birkaç metre ötede duran adama akmasını izliyordum. Sonra gözlerimi silip ayağa kalktım. Ellerim Mingyu'nun kanına bulanmıştı. Pantolonum da öyle. Sürünün peşine takılıp okul arazisinden çıkarken Jungkook'un varlığını arkamda hissettim. Bir anda bütün korkularımın yersiz olduğunu ve onun iri cüssesi arkamdayken her şeyin yoluna gireceğini düşündüm.

Mingyu o akşam uyanmadı. Deaton ona etki eden kuvvetin büyüklüğünü açıklamaya çalıştığı sırada hepimiz bunun ne kadar acı vereceğini biliyorduk. Bu yüzden o gece Mingyu'yu dinlenmesi için eve bıraktık. Jennie onunla ilgilenmek için kalmıştı. Geri kalanlarımızsa ne yapacağımızı bilmiyorduk. Jiwon ve Paige ortadan kaybolmuştu. Brett ve kardeşi her neyden kaçıyorsa üzerimize geldikleri kesindi. Theo Raeken sinirlerimi tepeme çıkarıyordu. Diğer taraftaysa Jungkook vardı. Ondan o akşam kaçtım. Aslında o akşam herkesten kaçtım ve odamın küçük korunaklı duvarları arasında saklandım. Genç Jungkook'a söyleyemediğim bir şey vardı. Onu o kadar çok seviyordum ki korkuyordum. Çünkü sevgimin büyüklüğü altında kalbim eziliyordu.

Jungkook Jeon bu sevgiyi ve daha binlerce katını hak ediyordu.

Ertesi gün kalbim göğüs kafesimden fırlayacaktı resmen. Jungkook'u göreceğimin düşüncesi bile elimi ayağımı birbirine dolaştırıyordu. Jeep'in içinde oturmuş parmaklarımla direksiyonda ritim tutarken kıpırdamadan duramıyordum. Dikiz aynasından kendime baktım. Yüzümü buruşturup aynadaki görüntüme "Berbat görünüyorsun." diye çıkıştım. Jungkook mükemmel görünecekti ve ona bakmak neden yetersiz hissettiğimi hatırlatacaktı. Diğer yandan Genç Jungkook'la yaptığımız konuşmalar da aklımdaydı. İkisi nasıl aynı kişi olabilirdi ki?

Maria'ya selam verip içeri girdiğimde Hoseok'u ve Yoongi'yi bir şeyler konuşurken buldum. Jungkook da yanlarındaydı ve kendi fikrini belirtirken kollarını göğsünde kavuşturmuştu. Yan profili bile güzelliği hakkında ipucu veriyordu. Yoongi beni görünce "Selam Taehyung." dedi. Böylece Jungkook'un bakışları üzerime dönmüş oldu. Bugüne kadar ne giydiğim zerre umurumda olmamıştı ama o bana bakarken keşke kırmızı sweatshirtümü giyseydim diye düşünmeden edemedim. "Yoongi." dedim kasıntı olmamasına uğraştığım bir biçimde selam verirken. Hoseok'u görmezden geliyordum çünkü beni yalancı ilan etmişti. Şerefsiz.

𝐓𝐡𝐞𝐲 𝐂𝐚𝐧'𝐭 𝐓𝐚𝐤𝐞 𝐘𝐨𝐮 𝐅𝐫𝐨𝐦 𝐌𝐞Where stories live. Discover now