S2 [bölüm 21]: "Sen Canavarsın, Bense Şeytanın Ta Kendisi"

91 12 0
                                    

S2 [bölüm 21]:
"Sen Canavarsın, Bense Şeytanın Ta Kendisi"







Yuqi'nin Kitsune güçlerinin ortaya çıktığı akşam sahada sezonun en iyi lakros performansını sergiliyorduk. Ben kenarda oturuyordum ama en nihayetinde takım kazanıyordu. Bu yüzden Yuqi bütün şehrin elektrik akımını bozup bizi karanlıkta bıraktığı sırada Koç'un öfkesini anlayabilmiştim. Hoseok ve Mingyu okula gitmiş, Yuqi'yi bir sınıfta baygın bulmuştu. Benden kaçmasının sebebi de böylece anlaşılmıştı. Yuqi Yukimura bir Kitsune'ydi. Bir tilkiydi. Bunu kendisi kabullenememişken arkadaşlarıma açıklamak zorunda kalmıştı. Peki ben nerede miydim?

Ben okulun önünde nöbet tutan Minho'nun ve Jungkook'un fark etmediği bir beceriyle ortadan kaybolmuştum. Ertesi sabaha kadar geçen zamanda nerede olduğumu hatırlamıyordum ve tek problem bu değildi. Bir şey yapmıştım. Eve geldiğimde kıyafetlerim kana bulanmış vaziyetteydi. Onları kimse görmeden önce çöpe atmam gerekmişti. Sürekli dehşet içinde ellerime bakıyordum. Ben ne yapmıştım böyle? Birini mi öldürmüştüm? Bu bir hayvan mıydı? Bir insan veya doğaüstü müydü? Farkında olmadan bir şeyler yapıyordum ama anlamıyordum. Ve sonra kanın kime ait olduğunu anlamıştım.

Benim kanımdı. Göğsümden karnıma uzanan bir kılıç yarası vardı. Kılıç! Bir şey ben kendimde değilken bana saldırmış olmalıydı. Yara çok derin değildi ama lakros formamı paramparça etmişti ve kan lekesi kırmızı kumaşta parlıyordu. Bu nasıl mümkün olabilirdi ki Tanrı aşkına! Üstelik Hoseok ve Jungkook sürekli olarak arayıp duruyordu. Nereye kaybolmuştum? Ne işler çeviriyordum? Jungkook'u nasıl atlatmıştım? Söyleyebileceğim tek şey yorgun olduğum ve eve döndüğümdü. Neyse ki Hoseok bana söyledikleri yüzünden canımın sıkıldığını düşünüyordu. Böylece benim ortadan kaybolmamı fazla tartışmadan unuttular. Ama göğsümdeki yara izi yerli yerindeydi ve lakros antrenmanları devam ederken soyunma odasına gidemiyordum. Yıldız oyuncumuz Hoseok o kadar meşguldü ki bütün bunların farkına varmamıştı.

"Hey, Jungkook." Jeep'ten inip ağacın altında dikilen Jungkook'un yanına ilerledim. Sanki güneş varmış gibi gözlük takıyordu. Gözlerimi devirdim. "Taehyung," dedi garip bir ifadeyle. Gülüyor muydu o? "Bir şey mi isteyecektin?" Bununla bir şey imâ ediyorsa bile anlamamıştım. Okulu işaret ederken "İkizleri daha ne kadar dışarıda tutacaksın?" dedim. "Dersleri kaçırıyorlar ve sırf sürünün bir parçası oldukları için onlara her istediğini yaptıramazsın." Gözlüğünü çıkarıp öne doğru eğildi. Yüzünde şaşkınlık vardı. "Taehyung, onları istemeyen sendin. Sonra beni istemedin. Şimdi de ikizlerin tarafını tutuyorsun."

Memnuniyetsiz bir surat ifadesiyle kollarımı göğsümde bağladım. "Kimsenin tarafını tuttuğum yok, Jungkook. Sadece olması gereken neyse o şekilde davran diyorum." Telefonuma baktım. Hatırlatıcı alarm veriyordu. İç çektiğimi fark eden Jungkook başını yana eğdi. "Ne o?" dedi. "Taehyung Kim'in canını sıkmak bu kadar kolay mı?" Dişlerimi gösterecek kadar gülümserken "Hah!" dedim. Sonra gülümsemeyi kesip telefonu cebime soktum. "Bugün okuldan erken çıkmam gerekiyor. Haberin olsun. Jennie'ye söyle Ekonomi dersinde enseme üfleyip durmasın." Bu onu güldürdü ve birkaç hafta önce olsaydı durup bu manzarayı izleyeceğimi düşündüm. Ama şimdi arkamı dönüp gidiyordum. Yalnızca bu bile bendeki bir şeylerin yanlış olduğuna işaret ediyordu.

"Bizim kurallarımız Taehyungg." dedi ses. Kendi kendime güldüm.

"Seslerden rahatsız olursan söyle Taehyung," dedi doktor. Camın arkasından bana baktığı sırada başımı salladım. "Biraz soğuk gelebilir. Ama endişelenme. Kıpırdamaman çok önemli." Yeniden başımı salladım ve üzerimdeki hastane kıyafetinin ucunu çekiştirdim. Gözlerimi kucağımdan kaldıramıyordum. Endişenin bütün vücudumu ele geçirdiğini hissediyordum ve hiç iyi değildi. Gözlerimi çevirip makineye baktım. Morgdaki dolaplara benziyordu ve bunu düşünmek hiç de yardımcı olmuyordu. "Bu gerekli mi?" diye sordu Jungkook. Benim gerginliğim onu da etkilemiş gibiydi. Başımı kaldırmaya cesaret edip yüzüne baktım. O da dimdirekt bana bakıyordu.

"Bana bir şeyler oluyor," dedim. Sesim titriyordu. Ne kadar utanç verici... "Uykumda yürüyorum. Ortadan kayboluyorum. Ve hiçbir şey hatırlamıyorum. Sonum annem gibi olacaksa bunu bilmem gerekiyor." Okuldan erken çıkacağımı bilerek beni kapıda yakalamıştı. Keşke ona söylememiş olsaydım. Şimdi o burada dururken her şey daha da zor görünüyordu gözüme. Jungkook bakışlarını kaçırmadı ve sert bir sesle "Annen gibi olmasına gerek yok, Taehyung," dedi. "Bunu biliyorsun. Senin seçme şansın var. Bu şansı kullanmak istersen senin için yaparım." Kurtadama dönüştürmekten bahsettiğini biliyordum ve bu beni neredeyse güldürecekti. Bana son bir kez baktı ve sonra camın arkasına, doktorun yanına gitti.

Uzandım ve makinenin içine doğru kaymaya başlayana kadar nefesimi tuttum. Makinenin içi beyaz bir ışıkla parlıyordu ve bir saatimi önümdeki metal tavana bakarak geçiremeyecektim. Nefeslerim şimdiden hızlanmaya başlamıştı. Panik ataklarım beni uzun zamandır yoklamıyordu ama şimdi en olmadık zamanda gelmişti. "Taehyunggg," dedi ses, yalnız olmadığımı hatırlatmak istermiş gibi. "Bu bizim oyunumuzzz değillll. Çık buradannn." Kaç dakika geçmişti? Beş mi? Zaman algımı yitirmiştim. Işıklar yanıp söndü. Elektriklerin böyle gidip gelmesi bana Yuqi'yi anımsattı. "Hadi Taehyungg." Gözlerimi kapatıp çenemi sıktım. Doktorun sesi yarım saat kaldığını haber veriyordu.

Makineden çıkan sesler arasında gözlerimi araladım. Yüzüme bir gülümseme yayıldı. "İşte böyle Taehyunggg," dedi ses. Olanlardan son derece memnun gibiydi. "Onlara nassssılll oynanacağını gösssterelimmm."

Bayan Yukimura sıralara dizilmiş gençlere bakarken kendini tedirgin hissetti. Bu yaşlarda bir kızı vardı ve onunla zor baş ediyordu. Şimdi onlardan bir sınıf dolusu vardı. Kızının kızgın bakışları da hiç yardımcı olmuyordu. "Evet, şimdi neler olduğunu açıklayacak mısın?" dedi Mingyu sıkıntıyla. Jennie tırnaklarıyla ilgileniyordu. Anlaşılan ikisi de oldukça sıkılmıştı. Lisa arkasına yaslanıp kollarını bağlarken "Kitsune olduğunuzu anladık," dedi. "Dokuz yüz yaşında olduğunuzu da anladık. Ki bu çok tuhaf geliyor. Ama Oniler ve Nogitsune ile ilgili olan kısma anlam veremiyorum."

Yuqi de onaylarcasına başını salladı. "Benim güçlerim neden ortaya çıktı? Zamanlaması pek iyi değil çünkü." Bayan Yukimura ellerini kaldırıp onları susturdu. "Dediğim gibi Yuqi, zamanla benim güçlerim sana geçecekti. Bu normal. Ve hikâyemde anlattığım gibi sevdiğim adamın Nogitsune'ye dönüşmesine de ben sebep oldum. Şimdi Nogitsune burada, Beacon Hilss'de. Biri onu uyandırdı ve nemetonu harekete geçirmek için kullanıyor. Onileri ben gönderdim. Nogitsune'yi durdurmaları için." Chaeyoung emin olmak için, "Oniler sizin kuyruklarınızla çağırdığınız şu cinler, değil mi?" diye sordu. Bayan Yukimura onaylayarak başını salladı.

Hoseok düşünceli bir ifadeyle "Peki Nogitsune'nin kim olduğunu biliyor musunuz? Onu durdurmazsak ve nemetonu harekete geçirirse ne olur?" diye sordu. Şerif Kim yaslandığı yerden doğruldu ve Bayan Yukimura'nın yanında ilerledi. "Ekiplerimi harekete geçirmeli miyim? Son'la birlikte bu hafta üç ceset bulduk. Canıma tak etti artık." Bay Son'ın eli refleks olarak silahına uzandı. Herkeste bir tedirginlik vardı. Bayan Yukimura sorulara cevap vermek konusunda tereddüt edince Bay Yukimura onun omzunu sıvazladı ve sözü devraldı. "Nogitsune nemetonu harekete geçirirse bütün doğaüstüler mıknatıs çekimine kapılmış gibi Beacon Hilss'e akın eder. Ve inanın bana Şerif, ekiplerinizi ölüme göndermek istemezsiniz. İntihar görevinden bir farkı olmaz."

"Pekâlâ. Nogitsune'yi durdurmamız gerektiğini anlıyorum," dedi Minho. Bu işten pek hoşlanmıyordu. "Ama bunu Oniler yapamıyor mu?" Bayan Yukimura son derece huzursuz bir bakışla sınıftakileri süzdü. "Çoktan üç kuyruk kullandım. Hâlâ bir sonuca ulaşmış değiller. Ve Nogitsune'nin seçtiği kişi işleri zorlaştırıyor. Çok zeki ve yapacağım hâmleleri tahmin edebiliyor."

"Nogitsune'yi durdurmak için seçtiği kişiyi öldürmemiz mi gerekiyor?" Hoseok kaşlarını kaldırarak sordu. Bay ve Bayan Yukimura birbirlerine baktı. "Malesef bunun dışında bir çözüm bilmiyoruz." dedi Bay Yukimura. Hepsi bunun cinayet olacağını düşünüyordu ama Nogitsune çoktan tehlike arz etmeye başlamıştı bile. Ya onu öldüreceklerdi ya da bu uğurda öleceklerdi. Yuqi güçleriyle yeni yeni barışıyordu. Dolayısıyla durum onu tedirgin etse de güçlerini kullanabileceği bir fırsat olması heyecan vericiydi. Meraklı bir ifadeyle "Peki Nogitsune kim?" dedi. Mingyu da başını salladı. "Kim olduğunu biliyorsunuz herhalde." Bayan Yukimura güçlükle "Biliyoruz," dedi. Sınıftaki hiç kimse bunun ardından gelecekleri öngöremedi.

"Nogitsune, Taehyung Kim."

𝐓𝐡𝐞𝐲 𝐂𝐚𝐧'𝐭 𝐓𝐚𝐤𝐞 𝐘𝐨𝐮 𝐅𝐫𝐨𝐦 𝐌𝐞Where stories live. Discover now