S2 [bölüm 26]: "Benim Çakıl Taşlarım Var Her Yerden Topladığım"

71 13 0
                                    

S2 [bölüm 26]:
"Benim Çakıl Taşlarım Var Her Yerden Topladığım"




Benim çakıl taşlarım var irili ufaklı Kaybolduğumda yere yayıp yol yaptığım

Çakıl taşlarım var her yerden topladığım Boşluğa düştüğümde oyunlar yaratıp oynadığım
...


Bağırmak, Jungkook'a bunu kesmesini söylemek, olacakları engelleyecek herhangi bir çözüm bulmak istiyordum. Kimsenin zayıf noktası olmak istemiyordum. Özellikle de hayatı boyunca acı çekmiş bu hüzünlü adamın zayıf noktası olamazdım. Ama dehşetim fazla uzun sürmedi çünkü Nogitsune gücü eline almıştı. Beni, Taehyung Kim'i geri çekti. Kendi bedenime hapsolmuşum gibi hissederken Nogitsune'nin kontrolü ele geçirmesini izledim. Önce Jungkook'a bakan gözlerimde şeytani parıltılar belirdi. Sonra da kimsenin karşı çıkmasına fırsat bırakmadan Jungkook'u tutan kolumu çevirdi ve alfanın kemiğinden iğrenç bir çatırtı duyuldu.

O geriye doğru düşerken Nogitsune kahkaha attı. Hoseok ve Minho çoktan bizi yakalamıştı ama onlar kollarımızı tutarken Nogitsune gülmeye devam etti. "Hepinizi parçalara ayıracağım. Tıpkı bunca zaman sevgili dostunuz Taehyung'a yaptığım gibi. Sevdiklerinizin birer birer düştüğüne şahit olacaksınız!" Ses benim sesimdi. Konuşan bendim ama gerçekte Nogitsune etkisi altındaydım. Jungkook'un beni yarı çıplak bulduğu günden daha fazla dehşete düşemeyeceğimi zannetmiştim. Şimdi anlıyordum ki bütün bunlar ileride çekeceğim acının yanında hiç kalırdı. Her an patlamaya hazır bir bombaydım ve patladığım zaman sevdiklerimi de kendimle birlikte yok edecektim.

Nogitsune kendisini sürüklemelerine izin verdi. Ben her şeyi uzaktan izliyor gibiydim. Jungkook'un kolu düzelmişti ama gözlerindeki hayal kırıklığını o kadar hızlı düzeltemeyecekti. Güç bela elde ettiğim her şeyi, Nogitsune bir günde harcamıştı.

Hoseok'un evine vardığımızda Maria bizi bekliyordu. Bana bakışlarından hiç hoşlanmamıştım. Karşılarındakinin Taehyung olmadığını biliyorlardı ama benim her şeyin farkında olduğumu bilmiyorlardı. Yüzüme dikilen nefret dolu bakışlar beni daha da zayıflatıyordu. Beni koltuğa oturtup vücuduma bir şey enjekte ettiler. Nogitsune zayıfladı ama gülmeyi bırakmadı. "Ökse otu." Bütün uzuvlarım acıyordu. Yorgun hissediyordum. Çok yorgun... Sonumun bir nefes uzağımda durduğunu hissediyordum. Lisa diğerlerine bir şey söylemek için sessizlik istedi. "Onu öldüremeyiz çocuklar," dedi. Tırnaklarını yiyordu. "Bedenler ayrılsa da öldüremeyiz. Deaton eski yazmaları okurken bir şey bulmuş. Nogitsune ölürse Taehyung da ölür."

Duydukları karşısında Nogitsune'nin sessiz sessiz güldüğünü duydum. Sarhoş gibiydi. Ben sarhoş gibiydim. Kendi bedenimden üçüncü bir şahıs gibi bahsetmek garipti. Jungkook'un gözleri Lisa'dan bana kaydı. Ya Nogitsune'yi öldürüp bütün insanları kurtaracaklardı ya da beni kurtarmak için Nogitsune'yle mücadeleyi sürdüreceklerdi. O gözlere bakarken içimin bir nebze de olsa rahatladığını hissettim. Beni bırakmayacağını biliyordum. Keşke ona bırakmasını söyleyebilseydim. Artık kimsenin benim için tehlikeye girmesini istemiyordum. Ne yapacaklarını konuşmak için Nogitsune'nin olmadığı bir odaya gittiklerinde Jungkook yanımda kaldı. Kollarını göğsünde birleştirmişti. "Jungkook Jeon," dedi Nogitsune. Başı önüne düşmüştü ve sesi boğuktu. Yine de gülüyordu. "Talia'ya çok benziyorsun. Ne acı verici bir benzerlik."

Annesinden bahsedildiğinde Jungkook'un çenesinin kasıldığını fark ettim. Dişlerinin arasından "Sana vururdum," diye çıkıştı. "Ama bekleyeceğim. Taehyung'un zarar görmediğinden emin olunca canını alacağım." Kontrol bende olsaydı gözlerimden aşağı yaşlar boşanırdı. Duygusal bir erkektim ve çoğunlukla bunu göstermekten çekinmezdim. Ama Jungkook'u tanıdıktan sonra, onun ne kadar katı bir duruş sergilediğine şahit olduktan sonra, işler değişmişti. Öyle her aklıma estiğinde üzüldüğümü veya korktuğumu belli edemezdim. Jungkook Jeon ömrü boyunca aklımın hayalimin almayacağı acılar yaşamıştı. Buna rağmen dimdik ayaktaydı.

Nogitsune'yi bir anlığına kenara ittim. Elimde kalan gücü tüketmiştim ama bakışlarımı kaldırıp Jungkook'a bakmayı başardım. "Ne duruyorsun!" dedim onu kışkırtmayı amaçlayarak. "Çevrendeki herkesi ateşe vermemi mi bekleyeceksin? Daha önce yaptığın gibi." Onu zayıf noktasından vurmuştum. Kükremeyle üzerime atladı. Kolundaki damarlar belirginleşirken beni yakamdan kavrayıp havaya kaldırdı. Vurmasını bekledim. Yumruğu havada kalmıştı. Gözleri kilitlenmiş gibiydi. Diğerleri neler olduğuna bakmaya geldiğinde beni koltuğa bıraktı. "O gözler hâlâ Taehyung'a ait."

Ama yanılıyordu. Önce garip bir titreşim hissettim. Ökse otundan kaynaklandığını düşündüm ama bu farklıydı. Vücudumdaki bütün kanın kaynadığını hayal ettim. Bu hissi başka türlü ifade edemiyordum. Jennie yüzünü buruşturup "Tanrım," dedi. Kusacak gibi görünüyordu. "Ölüyor mu o?" Belki de ölüyordum. Ölmek böyle bir şey miydi? Koca bir çölün ortasında kızgın kumlara gömülmüşsün hissi mi verirdi? Hayır, diye düşündüm. Bu ölüm değildi. Ölümün daha acı verici bir şey olduğuna emindim. Ve böylece anladım. Ayrılıyorduk. Zihnim ortadan ikiye ayrılıyormuş gibi bir sarsıntı oldu. Canım öyle yandı ki bağıramadım.

Boğazımdan yukarı bir şey tırmandı. Ne olduğunu anlayamadan iki büklüm oldum. Babam "Taehyung?" diye endişeyle öne atıldı ve omzumu tuttu. Öğürdüm. Dudaklarımın arasından kirli ve eski bir bandajın ucu göründü. Onu tuttum. Nefes almamı engelleyen her neyse çekip çıkaracaktım. İp çektikçe uzuyor gibiydi. Karanlık ve ıslak bir yerde gibiydim. Kendi bedenimden dışarı çekiliyordum sanki. Sarsıntılar eşliğinde yere düştüm. Her şey karanlıktı. Babam omzumu sıkıyordu. Benim omzumdu ama bana ait olan vücutta değildim. Ellerimi yüzüme götürdüm. Neredeyse komikti. Herkes Nogitsune'ye şefkat gösterirken ben bandajlar içindeydim. Yüzümdeki bandajları çözerken beni itip kaktılar. Odakları bir anda üzerime çevrilmişti.

Biri bandaji son kez çekti ve nihayet ışığı gördüm. Gördüğüm ilk şey Jungkook'un yüzüydü. Neler olduğuna anlam vermek istercesine başını çevirdi ama o da diğerleri gibi biliyordu. Nogitsune gitmişti. Ellerim titriyordu. Aslında bütün vücudum titriyordu. Ölmeden önce vücut dayanılmaz bir soğukla başbaşa kalırdı. Bunu biyoloji dersinde işlemiş olmalıydık. Üzerimdeki ceketle üşüyordum. Bu normal değildi. Babam beni kollarına çekip sarılırken burnunu çektiğini duydum. Kollarımdaki güçsüzlük ona karşılık vermemi engelledi. Beni bıraktığında neredeyse sendeleyerek yere yapışıyordum. Jungkook beni omzumdan yakaladı. Lisa endişeli bir ifadeyle dışarı bakıyordu. "Onu elimizden kaçırdık."

Öksürdüm ve yeniden kendime gelince başımı salladım. "Bir önemi yok. Hâlâ yaşamımı emiyor. Nerede olduğunu bulabiliriz." Jungkook bir kolunu belime dolayıp kolumu omzuna attı. Böylece ondan destek alarak yürüyebilecektim. Başımı çevirdim. Yüzlerimiz çok yakındı. Artık gözlerine bakabilirdim. Ama neden onun gözleri bir anda kilometrelerce uzak görünmüştü? Nefesi yüzüme değerken "Biraz dinlenmelisin," dedi. "Bu hâlde evden çıkana kadar işin biter." Diğerleri de onaylarcasına bir şeyler mırıldandı ama yüzümü buruşturup elimi kaldırdım. Bu onları susturdu. "Çocuklar, yorgun değilim. Fark etmediyseniz eğer, ölüyorum. Dinlenince geçecek bir şey değil ki bu. Nogitsune her saniye kalan enerjimi emiyor ve durmayacak. Ölmeden önce onu bulmanıza yardım etmeliyim."

Jungkook'un kasıldığını hissettim. Birbirimize bitişik olduğumuz için her hareketini, kalbinin her atışını hissedebiliyordum. "Ölmeyeceksin, Taehyung. Pes etmeye hakkın yok." Onu ittirdim. Kolumu ondan kurtardım ve sallanıyor olsam da ayakta durmayı başardım. Gözlerimdeki bakış ölüydü. Yakında bedenim de ölü olacaktı. Son anlarımda Jungkook'u kendimden nefret ettirmek içimi acıtıyordu ama olması gereken buydu. Zayıf noktası olarak kalamazdım. Bunu ona yapmak Jiwon gibi bir canavar olmama sebep olurdu. Duruşumu dikleştirmeye çalışırken kapıya yürüdüm. "Pes etmiyorum. Gerçekliği gösteriyorum. Siz bunlara gözünüzü yummak isteyebilirsiniz ama öleceğimi biliyorsunuz Nogitsune durdurulmalı. Bunun için feda edilmesi gereken tek bir cansa tereddüt edemeyiz." O tek bir can, benim canımdı. Karşılarında durmamı sağlayan candı. Onu böyle gaddarca hiçe saymamalıydım.

"Bu gece kimse ölmeyecek." dedi Jungkook. Yüzünden ciddiyet akıyordu. Ah, dedim içimden. Keşke bu kadar ciddi olmasaydı.

𝐓𝐡𝐞𝐲 𝐂𝐚𝐧'𝐭 𝐓𝐚𝐤𝐞 𝐘𝐨𝐮 𝐅𝐫𝐨𝐦 𝐌𝐞Where stories live. Discover now