S2 [bölüm 18]: "Tutunmaya Çalıştığım Tek Şeydi Sevgim Ve Sen Onu Öldürdün"

90 12 0
                                    

S2 [bölüm 18]:
"Tutunmaya Çalıştığım Tek Şeydi Sevgim Ve Sen Onu Öldürdün"










Bay Yukimura'nın tarih sınıfını dekore etmek için getirdiği malzemeleri taşımasına yardım ediyordum. İki kutuyu daha masaya bıraktığımda gülümseyerek "Teşekkür ederim Taehyung," dedi. Kutulardaki karmaşaya bakarken iç çekti. "Yardımın çok iyi oldu. Ama bugün arkadaşlarınla olman gerekmez miydi?" Cumartesi sabahı neden okulda olduğumu sorgulaması çok doğaldı. Kutuları açarken ona eşlik ettim. Pisa Kulesi'nin ve Sempozyum'un minyatür modellerini masaya bırakırken pencereden dışarı baktım. "Bugün pek havamda değilim. Uzak durmam daha iyi olur."

Havamda olmamamla alakası yoktu. Jungkook birdenbire ortaya çıkmıştı ve herkes klinikte toplanmaya karar vermişti. Hoseok beni peşinden sürüklese dahi oraya gitmeyecektim. Jungkook'la işim bitmişti. Arkadaşlarımın yardımına koşardım ama artık onun alfalığını istemiyordum. Onu gözümün önünde görmek bütün algı sistemimi alt üst etmişti. Neredeyse delirdiğime yemin edecektim. Jungkook Jeon dengemi bozuyordu. Sürekli ortadan kaybolan bir adam için çabalamayacaktım. Arkadaşlarımın ne yaptığı umurumda değildi.

Yuqi başka bir kutuyla içeri girdiğinde güldüm. "Sana daha hafif bir tane al demiştim." Kutuyu masaya bırakırken ofladı. Bay Yukimura da kızına gülerken aklına parlak bir fikir gelmiş olmalı. Durup bana baktı. "Neden bize gelmiyorsun Taehyung? Sana özel tarifimle suşi hazırlarım. Babanı da çağıralım." itiraz etmek için ağzımı açtım ama çoktan Yuqi'yle plan yapmaya başlamışlardı. İç çekip sessiz kaldım. Onları okulda bırakıp eve döndüğümde babam aradı. "Yukimura ve sen ha?" dedi. Yatağa uzanırken beklediğimden daha sert bir ses tonuyla "Yuqi sadece bir arkadaş baba." dedim. Sesimin neden bu kadar sert çıktığına bir anlam verememiştim.

"Akşam size katılamayacağım," dedi. "Son bana bir şey göstermek istiyormuş." Bay Son'la akşam antrenmanımız da yatmıştı anlaşılan. Göz devirip "Peki," dedim. "Tek başıma bütün suşileri yerim. Keyfin bilir." Gülerek telefonu kapattı. En azından antrenman yerine geçmesi adına sınav çekmeye karar verdim. Kendimi fiziksel anlamda bayağı geliştirmiştim. En azından ikinci sınavı çekerken parkeyi öpmüyordum artık. Terlemiş hâlde duşa girmeye hazırlanıyordum. Tam bu sırada telefonum çaldı. Arayan Lisa'ydı.

"Selam Lisa." dedim. Bir yandan da havlularımı arıyordum. Sakin bir ses tonuyla "Selam," dedi. "Nerdesin? Seni bekledik ama gelmedin." Havluyu rafin en arka tarafından çekip çıkarırken alayla güldüm. "Beni arama görevi sana mı düştü? Ah zavallı Lisa..." Banyoya girip duşu kontrol ederken yine musluğun akıttığını fark ettim. Küfrederek alt kata inerken Lisa'nın "Tanrı aşkına Taehyung," dediğini duydum. İngiliz anahtarını ararken mutfağı birbirine kattım. "Senin neyin var cidden? Sürekli garip davranıyorsun. Ve şimdi de bunlar oluyor. Herkes burada ama sen zahmet edip gelemedin bile." İngiliz anahtarını bulup odama geri dönerken güldüm. Hoparlörün açık olduğunu hissediyordum. Güzel. Herkes duyabilirdi.

"Zahmet etmedim değil, gelmek istemedim. Canım istemedi ve ben de evde kalmaya karar verdim. Jungkook'un problemleriyle uğraşmak canıma tak dedi artık. Tamam mı? Bir açıklama mı duymak istiyorsun? Al sana açıklama: Artık bunlarla uğraşmayacağım." Telefonu kapatıp fırlattım. Musluğu sıktıktan sonra duşa girdim. İçimdekileri söylemek duştan daha rahatlatıcıydı. Çıkıp havluyu belime bağladım. Saçlarımı kurulayarak odaya girdiğimde "Ah Siktir!" diye bağırdım. Jungkook yatağımda oturuyordu. Sabrım taşmıştı.

"Lanet olsun Jungkook. Burada ne halt ediyorsun? Siktir git evimden." Saç havlusunu yumruklarımın arasında sıkarken Jungkook beni süzdü. Yarı çıplak olduğum aklımdan çıkmıştı. Dudaklarını büzerken "İyi görünüyorsun," dedi. "Vücut mu çalışıyorsun?" ingiliz anahtarını kafasına firlattım. Tam zamanında yakalayarak darbeden kurtuldu. Elbette. Çarpması imkânsızdı zaten. Banyoya girip giyinirken "Çıktığımda gitmiş olsan iyi olur." dedim. Ama döndüğümde hâlâ yatakta oturuyordu. Öfkeyle güldüm. "Tanrı aşkına, neden en iyi yaptığın şeyi yapmıyorsun? Gitsene Jungkook. Hangi cehenneme gitmek istiyorsan oraya git."

Kollarını göğsünde birleştirirken sırtını başlığa yasladı. Ne kadar iyi göründüğünü düşünmemeye çalıştım. "Gideceğim," dedi. "Ama önce sorunun ne olduğunu öğrenmem gerekiyor. Arkadaşlarından uzaklaşmamalısın, Taehyung. Günün birinde yapayalnız kalırsın." Bunu söyleyenin dünyanın en yalnız adamı olması beni güldürdü. Jungkook böyle konuşmalar yapacak bir tip değildi. Üstelik çok yaşlıymış gibi bir ifade takınması onu sinir bozucu yapıyordu. Saçlarımı dağıtırken sandalyeye oturdum. "Arkadaşlarımdan uzaklaştığım falan yok. Seninle oldukları zamanlarda mesafemi koruyorum. Hepsi bu."

Arkama yaslanıp gitmesini işaret ettim ama oralı olmadı. Böyle giderse Yukimuralarla yiyeceğim yemeğe geç kalacaktım. Sabırsızca bacağımı salladım. "Benden mi kaçıyorsun yani?" diye sordu, hayrete benzeyen bir ifadeyle. Gözlerimi devirirken "Kaçmıyorum seni süper zeka," dedim. "Sana tahammül edemiyorum. Ben de uzak durmayı tercih ediyorum." Kafası karışmış gibi görünüyordu. Güzel. Bu benim hoşuma giderdi. Ayağa kalkıp karşıma dikildi. Bir şeylere anlam vermeye çalışıyordu. "Taehyung, ciddi kişilik sorunların olduğunu düşünüyorum. Aramızdaki güvensizliği çözdüğümüzü düşünmüştüm. Kimse bana inanmazken sen inandın. Ortada hiçbir sebep yokken bu tavrına anlam veremiyorum."

Şaşkınlıkla güldüm. "Sen ciddi misin? Siktir! Ortada hiçbir sebep yokken mi? Jungkook Jeon. Seninle iyi bir takım olabilirdik ama sen gitmeyi seçtin. Bu da bizim biletimizi kesti. Gittiğin gün sana olan inancımı da kaybettim." Her zerremden öfke, hüzün ve nefret akıyordu. Bunu hissetmemesi imkânsızdı. Kaşlarını çattı. Başını çevirdiği sırada, "Gitmem gerekiyordu," dedi. "İçlerinden biri ölünce Suzy bunun sorumlusunu bulup parçalamaya yemin etti. Dikkatini başka yöne çekmem gerekiyordu." Başımı iki yana sallarken güldüm. Parmağımla bir işareti yaparken, "Sadece bir telefon," dedim. "Arayıp hangi cehennemde olduğunu söyleyebilirdin. Ama hep bir bahanen var. Takım işi böyle yürümüyor koca adam. Ben bırakıyorum."

Gözlerini üzerime dikti ve "Yalan söylüyorsun Taehyung," dedi. "Bırakmak istemiyorsun. Nabzını duyabiliyorum." Kurtadam olayını her seferinde unutuyordum. Bazen ben bile yalan söylediğimi bilmezken o biliyordu. Duruşumu korudum. Anahtarlarımı ve ceketimi aldıktan sonra kapıya yöneldim. "Keyfine bak," dedim. "Benden bu kadar." Jeep'e binip motoru çalıştırdığımda camdan bakıyordu. Yukimuraların evine varana kadar sakinleşeceğimi umuyordum.

"Taehyung!" derken beni içeri çekti Bay Yukimura. Bayan Yukimura'yla beraber beni karşıladılar. Sıcakkanlı insanlardı. Ama Bayan Yukimura'nın bakışları beni huzursuz ediyordu. Masaya oturduğumuzda Kim çenem donup kalmıştı. Tanrım, diye geçirdim içimden. Bu çok yanlış anlaşılabilecek bir durumdu. Chaeyoung ve Hoseok ikilisini düşününce durumum daha da çıkmaza giriyordu. Yuqi telaşla masaya geldiğinde rahat bir nefes aldım. "Affedersin," dedi, konuşurken dili dolanıyordu. Onu telaşlı görmek beni güldürdü. Yanıma otururken "Banyoda kilitli kaldım. Kapı sürekli sıkışıyor." dedi. Kısa bir kahkaha seansının ardından Bay Yukimura'nın ünlü suşileri geldi.

Suşiler bana hitap etmiyordu ama yenmeyecek kadar kötü de değildi. Hafif bir sohbet dönüyordu. Konuşabildiğim kadar konuştum. Bayan Yukimura'nın bakışları yüzünden bazen tıkanıyordum. Yüzündeki gülümseme gerçekçi gelmiyordu. Nitekim sıra tatlılara geldiği zaman çatalını masaya bıraktı ve "Taehyung," dedi. Kendine has aksanı adımı daha da garip bir hâle getirmişti. Lokmamı güçlükle yuttum. Gülümsemesi silinmişti. Gözleri doğruca gözlerime bakıyordu. "Çok garip bir enerjin var." Ortama aniden ağır bir hava çöktüğünü hissettim. Yuqi'ye kısa bir bakış attıktan sonra kahkahaya benzer bir ses çıkardım. "Medyum musunuz Bayan Yukimura? Enerjik olduğumu söylerler." Benim kahkahama Yuqi de eşlik edince Bay Yukimura omuzlarını gevşetti. Bayan Yukimura'yla birbirlerine attıkları bakışı yakalamıştım. Bir anda bütün duvarlar üstüme gelmeye başladı.

"Sakıncası yoksa izninizi isteyeceğim," dedim. "Babam bu gece nöbete kalacaktı. Eve gidip yiyecek bir şeyler hazırlamalıyım." Ayaklandığımı gören Yuqi beni kapıya götürmeden önce yemekler için teşekkür ettim. Annesinin attığı bakışları Yuqi de fark etmiş olmalıydı. Beni iteklerken annesine öfkeyle baktı. Kapıda vedalaşmadan önce "Çok özür dilerim Taehyung," dedi. "Annemin kusuruna bakma." İçime garip bir hüzün çöktü. Omuzlarımı silktim. "Sorun değil. Bu akşam çok eğlendim. Ayrıca çiğ balık insanı olmadığımı da öğrendim. Bunun için Bay Yukimura'ya teşekkür borçluyum." Benim rahatlığım onu da neşelendirdi. Hiç olmazsa akşamı güzel kapatmıştık.

Taehyung Kim hep erken konuşurdu. Keşke çenemi tutmayı öğrenebilseydim.

𝐓𝐡𝐞𝐲 𝐂𝐚𝐧'𝐭 𝐓𝐚𝐤𝐞 𝐘𝐨𝐮 𝐅𝐫𝐨𝐦 𝐌𝐞Where stories live. Discover now