S2 [bölüm 28]: "Kopmayı, Koparılmayı Anlat"

70 12 1
                                    

S2 [bölüm 28]:
"Kopmayı, Koparılmayı Anlat"









Titreyen çenende, dünya devrilmiş

Kimse böyle üzgün olamaz Gözlerin dolu dolu, hayatın da öyle

Kimse böyle yorgun olamaz
...


Ölüm aniydi. Bizzat yaşamak acı vericiydi. Ama son anlarımda bile, sevdiğim birinin ölümünü izlemektense bu durumda olduğuma seviniyordum. Jungkook Jeon'un kollarındaydım. Mutlu bir adam olarak ölecektim.

Vücudumdaki acının aktığını hissediyordum. Bu duyguyu tanıyordum ve şimdi bundan nefret ediyordum. Çünkü acı çekilip zihnim berraklaştıkça duyularım da açılmıştı. Artık Jungkook'un kükremesini duyabiliyordum. Acıyla kasılan kolları bedenimi öyle sıkıştırıyordu ki nefesim kesildi. Gözlerimi açtım ve boynundan geçen siyah damarları gördüm. Bu kadarı yeterliydi. Daha fazlasına izin veremezdim. Onu ittim. Bütün gücümle ittim ve zavallı kollarım, aylarca vücut çalışmamışım gibi yetersiz kaldı. Jungkook Jeon'un gücü benim hayalimin sınırlarını aşıyordu. Yardım etmesini umarak "Hoseok!" dedim. Kendine gelerek bize doğru eğildi ve Jungkook'u omuzlarından kavrarken bana baktı. İyi olup olmadığımı anlamaya çalışıyordu. "Ben iyiyim! Hadi!" Babam da beni tuttu ve ikimizi ayırmak için çektiler. Jungkook'un gözlerinden geçen ışığı gördüm ama bunu ben mi hayal ettim anlayamadım.

Bütün güçleriyle yüklenmelerine rağmen Jungkook bırakmıyordu. Sinirlenerek küfrü bastım. "Siktir Jungkook! Bırak lan beni!" Hayatımın hatası olacağını biliyordum ama yine de çenemi geri çekerek elimdeki bütün güçle ona kafa attım. Anlaşılan yeterince güçlenmiştim çünkü Jungkook'un burnundan kırılma sesi geldi ve acıyla inleyerek geri düştü. Hoseok nefes nefese kalmıştı. "Tanrım," dedi. "O yaptığı da neydi öyle?" Ellerimle zeminden destek alarak arkama yaslandım. Yeniden hayata dönmek çok yorucuydu. Lisa gözlerini silerken canlı olduğumdan emin olmak istercesine bana bakıyordu. Bütün gözlerin üzerime dikildiğini hissedince çevreme baktım ve rahatsız bir sesle "Çocuklar gerçekten iyiyim!" diye bağırdım.

Gözlerim Jungkook'a döndü. Kıpırdamıyordu. Önce gözlerim büyüdü, sonra sendeleyerek öne doğru emekledim. "Jungkook!" Nefes aldığından emindim. Ama uyanmıyordu. Ne yapacağımı bilemeyerek etrafa baktım. Peter'la göz göze gelince ayağa kalktım ve karşısına dikildim. "Neden uyanmıyor?" Yüzünde o çok net hatırladığım kendini beğenmiş ifade belirdi. "Çünkü," dedi, bana gerizekalıymışım gibi bakıyordu. "Yorgun düştü. Ve inan bana, uyandığında sizi daha büyük sürprizler bekliyor olacak." Bakışlarından rahatsız olmuştum ama hiçbir şey söylemedim. Eğilip Mingyu'yla birlikte Jungkook'u kaldırdık. Onu arabaya taşırken başı omzuma düştü. Kendi kendime güldüm. Onu böyle savunmasız görmek devrelerimi yakıyordu.

...

"Jennifer ne olacak?" diye sordu Mark. Maria'nın hepimize kahve hazırladığı sırada salonda dinleniyorduk. Ellerimle yüzümü sıvazlarken okuldaki devamsızlık durumunu düşünüyordum. Lisa'nın annesi Bayan Martin okul müdürü olduğundan beri dört kez odasına çağrılmıştım. Beni bırakacaktı. Chaeyoung uykulu bir sesle "Nemetonu harekete geçirmeyi başardı," dedi. "Gelecek günlere hazırlıklı olmalıyız." Nemeton... "Ah siktir!" dedim başımı geriye atarken. Ne olduğunu anlamak için hepsi bana dönmüştü. Yüzümü buruşturup iç çektim. "Dostum, üzerimize doğru gelen şey tam bir felaket."

Bay Argent kollarını göğsünde kavuşturmuş hâlde duvara yaslanıyordu. Adam yorulmak nedir bilmiyordu. Kaşlarını çatmış vaziyette "Jennifer'in planı neydi?" diye sordu. Konuştuğum anda silahıyla üzerime koşacakmış gibi görünüyordu. Bir anda çok gergin hissettim. Boğazımı temizledikten sonra öne eğildim. "Jennifer'ın gerçek yüzünü görmediniz çocuklar, Kâbuslarıma gireceğine eminim. Ve bunu ona Suzy yapmış. Deucalion sürüsüne katılması için alfaları betalarını öldürmek zorunda bırakıyormuş. Suzy Jennifer'ın hayatta kaldığını fark etmemiş. Şimdi nemeton çekimiyle saklandıkları delikten çıkacaklar. Ortalık mahşer yerine dönecek."

İkizler birbirlerine bakarken dehşete düştüklerini sezdim. Harika. Bu bizim için iyi haberdi. Kahveler geldiğinde birçoğumuzun uykuya yenik düşeceğini hissettim. İç çekip bardağı masaya bırakırken ayaklandım. Vücudumun esnemeye ihtiyacı vardı. Gerindim ve yeniden normal pozisyona geldiğimde Hoseok'un bana baktığını fark ettim. Kaşlarımı çatarak rahatsız bir şekilde karşılık verdim. "İyisin, Taehyung." İçi rahatlayarak söylediğini hissettim ve bu beni de tuhaf bir biçimde rahatlattı. En yakın arkadaşım Hoseok Jung'un omzunu patpatladıktan sonra odadan çıktım. Üst kat koridorunda ilerlerken boynumu sıvazladım. Birkaç gün ağrılı geçecekti.

Hoseok'un odasının kapısını aralayarak başımı içeri uzattım. "Jungkook?" diye seslendim. Yatakta uzanmaya devam ediyordu. Omuzlarım düşerken içeri girdim ve kapıyı arkamdan kapattım. Daha ne kadar uyuyacağını merak ediyordum. Ela-yeşil gözlerine yeterince bakma şansım olmamıştı. Keşke gözlerini açsaydı. Yatağın başında dikilmenin tuhaf kaçacağını düşünerek Hoseok'un çalışma masasını incelemeye koyuldum. Dostum... Notları berbattı. Üstelik onun da devamsızlığı almış başını gidiyordu. Başımı arkaya atıp yorgunlukla inledim. Dersleri telafi etmek için beş aylık bir tatile ihtiyacım vardı.

Bir süre bekledim ama Jungkook uyanmadı. Yorgun görünüyordu ve Peter'in söyledikleri aklımı kurcalarken beklemek çok zordu. Amcasının neyi kastettiğini ona sorabilmek isterdim. Ona bakarken birçok şey fark ettim. Uyurken harika görünmesinden veya varlığının dünyadaki her şeyden daha fazla huzur vermesinden bahsetmiyorum, hayır. Jungkook'a bakarken fark ettiklerim bunların çok daha ötesinde, çok daha derinden hissettiğim şeylerdi. Ve doğruluklarından emindim. O, bütün sorularıma cevap verebileceğine emin olduğum kişiydi. Aklımı kurcalayan her şeyi tereddütsüz sorabiliyordum. Yanımda durduğu zamanlarda kimsenin bana dokunamayacağını biliyordum. O Jungkook'tu. Bir Jeon olmanın ötesindeydi çünkü bencil değildi. Sevdiklerini kendisinden daha fazla önemsiyordu ve onları korumak için her şeyden vazgeçmeye hazırdı.

Bu yüzden Jungkook'un zayıf noktası olmak haksızlıktı. Zaten binlerce parçaya ayrılmış olan bir adamın daha fazla incinmesine sebep olmak içimi acıtıyordu. Ona acımıyordum, elbette hayır. Jungkook Jeon'a imreniyordum. Gördüğüm en güçlü adamdı ve onun tek bir zayıf noktası varsa benim yüzlerce vardı. Acınası durumda olan bizlerdik çünkü hepimiz kırılgandık. Oysa bu adam defalarca ayağa kalkmış, pençeleriyle şeytana kafa tutmuş ve nihayetinde bu savaşı kazanmıştı. Çok fazla hayat kurtarmıştı ama aynı zamanda elinden çok fazla hayat alınmıştı. Yüzüne bakarken ailesinin öldüğü yangını düşündüm. Alevlere bakarak çaresizce içeride olmayı dileyen genç Jungkook fiziksel olarak değişmişti. Ama ruhunun ve saf kişiliğinin o yangında ailesiyle birlikte küle döndüğünü biliyordum.

Jungkook'a dair çok şey biliyordum. Ama daha fazlasını bilmek istiyordum. Kırıldığı yerden ayağa kalkmasının bir yolu varsa bunu bulacaktım.

"Hey," dedim yeniden salona indiğim vakit. Chaeyoung ve Yuqi çoktan uykuya dalmıştı. Mingyu kahvesinden başını kaldırıp bana baktı. Gözlerindeki donukluğa anlam veremedim. "Her şey yolunda mı?" Silkinerek kendine geldi ama omuzlarında daha fazla yük varmış gibi kambur duruyordu. Aynısı Minho ve Jennie için de geçerliydi. Ve ikizler için de. Kurtadamları etkileyen bir şey olabileceği endişesiyle Hoseok'a baktım ama o son derece iyi görünüyordu. Nogitsune'yle yaptığı savaşın yorgunluğunu saymazsak. Yeniden Mingyu'ya baktığımda başını iki yana sallayarak parmaklarıyla alnına masaj yaptı. "Garip hissediyorum, bilmiyorum. Sanki bir şeyler değişmiş gibi."

Maria'nın babamla konuşurken nihayet rahatladığını hissettim. Oğlunu kaybetme korkusu geçmişti. En azından bir süreliğine. Babam da rahat görünüyordu ama o hep rahat görünürdü. Annemi kaybettiğimiz zaman da odasına kapanana kadar çok rahat görünürdü. İç çektim. "Pek çok şey değişti Mingyu," dedim. "Farkındaysan seni iki dakikadır yumruklamadım." Hafifçe güldü ama Nogitsune'nin yumruklarını hatırlamış olacak ki yüzünü buruşturdu. "Tanrım, Taehyung! Bu kadar güçlü olduğunu bilmiyordum. Bir daha seni hafife almayacağım."

Ben de güldüm. "Bence de almamalısın. Her an bir yumrukla selamlaşabilirsin." Gülerken başımı çevirdim ve Peter'ın oturduğu yerden bize baktığını gördüm. Gülümsemem önce soldu, sonra da silinip gitti. Meydan okuyan bakışlarıma alaycı gözlerle karşılık veriyordu. Ona bakarken aklıma Nogitsune'nin söylediği geldi. Sırlar. Sürekli sırlardan bahsediyordu. Ama bu sırlar neydi? Neden nemetonun Jungkook'u huzursuz ettiğini söylemiştim? Nogitsune bunca zaman sırlardan bahsedip durmuştu ama hiçbir şey açıklığa kavuşamadan ölmüştü. Peter'in sürprizinin ne olduğunu da merak ediyordum. Ve böyle düşününce aynı gün içinde yüzüncü defa bir şey fark ettim.

Jungkook hakkındaki gerçekleri bilmiyordum.

𝐓𝐡𝐞𝐲 𝐂𝐚𝐧'𝐭 𝐓𝐚𝐤𝐞 𝐘𝐨𝐮 𝐅𝐫𝐨𝐦 𝐌𝐞Where stories live. Discover now