S4 [bölüm 50]: "I Don't Trust No One Around Us"

60 10 1
                                    


S4 [bölüm 50]:
"I Don't Trust No One Around Us"



i'm a mess, i'm a loser i'm a hater, i'm a user i'm a mess for your love, it ain't new

~

Daha kimeraların ne olduğunu sorgulayamadan kızın bana saldıracağını anladım. Felçli bedenim dehşet içinde kaçmaya çalışıyordu ama bu pek mümkün değildi, anlarsınız ya. Boynumdan aşağısı beton hâlini almıştı.

Sivri dişler ve kertenkele gözler kâbusum olmaya yeminliymişcesine üzerime çullandı. "Konuşarak halletsek..." diye mırıldandım. Hiç de konuşacağa benzemiyordu. Tırnaklarıyla üzerime atlamaya kalkıştığı sırada Jungkook bir anda aramıza girdi ve kızı tekmeleyerek uzaklaştırdı. Gözlerimi kapattım. "Tanrıya şükür, Jungkook!" Biraz daha geç gelseydi ancak parçalarımı bulurdu. Eğilip beni yerden kaldırırken "Beni çıldırtıyorsun," diye mırıldandı. O da beni çıldırtıyordu ama bunu söylemek için ağzımı açtığımda gözlerim kıza takıldı. Sanki hiç darbe almamıştı. Yeniden üzerimize yönelmişti bile.

"Ne cins bunlar?" diye hayretle mırıldandım. Ortalık mahşer yeri gibiydi. Herkes kaçışıyordu. Gözlerim babamı aradı. Jungkook bunu fark etmiş gibi "Baban Maria'yı alıp kalabalığı uzaklaştırıyordu," dedi. "Bunlar her neyse hedefleri normaller değil. Endişelenme." Beni taşıyıp kalabalıktan çıkarmaya çalışırken karşımıza yeni bir tehdit çıktı. Anormalliği neydi, bilmiyordum ama yüzündeki sırıtmaya bakılırsa iyi bir şey olamazdı. Jungkook beni korumak istercesine geri çektiğinde savruldum. Ayak parmaklarımı hissediyordum ama daha fazlasını değil. Ancak çocuk bize bir şey yapmadan önce arkasında Theo belirdi. Bunca zaman ondan sürekli şüpheye düştüğüm için neredeyse kendimden utanıyordum. Neredeyse.

Çocuğun omzunu sıkıp "Bana bırak, Chris." dedi. O zaman düşündüklerim doğrulandı ve dostlarımın, beni bir hain için ezdiklerini hissetmek canımı sıktı. Etrafta Hoseok'u veya sürüden herhangi birini arayarak bakışlarımı insanların üzerinde gezdirdim. Kargaşanın içinde hiçbiri bize doğru bakmıyordu. Bizi duymuyordu. Jungkook'la koskoca kalabalığın ortasında yapayalnız kalmıştık. Ayaklarımı biraz daha hissetmeye başlamıştım, Jungkook'tan destek almayı bırakıp "Ben kendi başımın çaresine bakarım." dedim. Bana kısa bir süre baktıktan sonra kollarını çekti. Theo'nun yüzündeki iğrenç sırıtış eşliğinde karşılıklı durduk. Dizlerimden destek almam gerekiyordu çünkü vücudumun dengesini sağlayamıyordum.

"Zamanında herkesin Taehyung'u dinlemesi gerekirdi." dedi Theo, başını yazık dercesine iki yana sallarken. Boynunu esnetip kurtadam görünümüne büründü ve tırnaklarını çıkartırken iğrenç bir gülümseme takındı. Jungkook dişlerinin arasından "Sen de vaktin varken kaçmalıydın." dedi. Birbirlerine dalmalarıyla eş zamanlı olarak yedeklerin oturduğu banklara koştum. Çantam oradaydı. Yalpalayan adımlarımla olabildiğince hızlı şekilde çantama ulaştım. Elimdeki lakros eldivenlerini çıkarıp çantanın içinde silahımı aradım. Soğuk metali kavrayan parmaklarım bayram etmiş gibi hissettim. Yeniden ayağa kalkıp arkamı döndüğümde duraksadım. Nişan almıştım ve Theo'yu vurmam için herhangi bir engelim yoktu. Ama durdum, önümdeki kargaşanın arasından Jungkook'a baktım. Theo kurtadam formuna dönüşmüştü ama Jungkook dönüşmüyordu. Neden ona tolerans tanıyordu? Neden Theo boynunu kıstırırken Jungkook buna izin veriyordu?

Birkaç adım daha yaklaştım. Theo Raeken'e ateş ettiğimde zamanlamam harikaydı. Kurtboğan mermisi tam göğsünün ortasına saplandı. Nefesimi tutmuş vereceği tepkiyi bekliyordum. Jungkook'u bırakacağını, yere yığılacağını, hiç olmazsa kendinden geçeceğini ummuştum. Ama Theo, bir eliyle Jungkook'un boğazını sıkarken diğer eliyle göğsüne dokundu. Kana bakarak sırıttığını görmek anlamama yetti. Doğru anı bekliyordu. Bunu geri alamayacaktım. Daha silahı saklamaya yeltenemeden Yoongi'nin "Theo!" diye bağırarak bize koştuğunu gördüm. Theo çoktan Jungkook'u bırakıp sendelemeye başlamıştı. Hayal kırıklığıyla kendini kurban ilan etmesini izledim. Yoongi gelip onu tuttu, yarası ölümcülmüş gibi davranıyordu. Jungkook önce Theo'ya baktı, sonra bana baktığında hissettiğim hayal kırıklığını onun gözlerinde de gördüm.

Kimeralar giderken Hoseok ve sürünün geri kalanı da Theo'nun çizdiği resmi görmek için tam vaktinde yetişti. Elimdeki silah, tehditkar bir şekilde dikilen Jungkook, yerde kanlar içinde yatan Theo, yüzümdeki duygusuz ifade... Hepsi beni suçlu olarak göstermek için yeterliydi. Diğerlerine kimeraları getirenin Theo olduğunu söylesem bile beni dinlemeyeceklerdi. Mingyu gözlerindeki öfkeyle "Aklını mı kaçırdın?" diye sordu bana. Beni omzumdan itmişti ama gücünün farkında değildi. Birkaç adım geri gitmek zorunda kaldım. Gözlerimi Theo'nun yanına çömelen Hoseok'tan alamıyordum. Kendim için çizdiğim hayatı hiçbir zaman dostlarım olmadan düşlememiştim. Bütün hayallerimin birer birer toprağın altına gömüldüğünü hissettim. İnsanın çocukluğu ölür müydü? Benimki orada öldü.

"Taehyung, haddini aştın artık." Hoseok'a dikili bakışlarımı Jongin'e çevirdim. Soğukkanlı bir bakış belirdi yüzümde. Duygusuz gülümsemem de ona eşlik etti. "Ne," dedim Jongin'e. Sesim titriyordu. "Söylesene Jongin, benim haddim ne?" Hepsini teker teker süzdüm. Yoona'nın bile bana tereddütlü baktığını fark ettim ve canım mümkünmüş gibi daha çok yandı. Yoongi öfkesine kapılıp üzerime koşarken hırladı. Ondan kaçmak için herhangi bir hamlede bulunmadım. Bana çarpacaktı ama Jungkook aramıza girerek buna engel oldu. Yoongi ona çarptı. Dişlerini göstererek "Çekil önümden Jungkook!" diye kükredi ama Jungkook çekilmedi. Önümde durup gölgesiyle beni gizledi, böylece gözlerimde biriken yaşları kimse görmedi. İnsanların sana inanmaması kadar zor bir durum yoktu.

"Günün birinde hepiniz Taehyung'tan özür dilemek isteyeceksiniz," dedi. Jungkook'un karizmatik sesi kulaklarıma dolunca kendimi daha güçlü hissettim. "Pişman olacaksınız ama özür dileyeceğiniz bir Taehyung olmayacak." Yoongi'yi itti ve bunu yaparken bütün gücünü kullandığını biliyordum. Yine de Yoongi bir adımdan daha uzağa gitmedi. Çenemi sıktım. Jungkook dönüp beni omuzlarımdan çevirdi ve sahanın dışına yönlendirdi. Diğerlerinin duyacağını biliyordu, kulağıma eğilip dingin bir sesle "Üzülme," dedi. "Sen hiçbir şey kaybetmedin ama onlar bir dost yitirdi. Bırak onlar üzülsün." Söylemesi kolaydı ama bunu kabullenmek imkansızdı. Yıllar boyu ailem bildiğim insan, kardeşim dediğim adam, Hoseok Jung, beni terk ediyordu. Daha önce ikimizi de öldürmeye çalışmış bir çocuk buna sebep olabiliyordu.

Kötü olansa bunca yıllık dostluğumuzun gerçekliğini sorgulatmasıydı. Nefesimi tuttum ve Jeep'e binene kadar bırakmadım. Tanıdık koltukların kokusunu alınca nihayet derin bir nefes aldım. Başımı koltuk başlığına yasladığımda Jungkook uzanıp beni kendine çekti. Yüzünü saçlarıma gömerken "Sakın ağlayayım deme," diye çıkıştı. "Ağladığını görmekten nefret ediyorum." Tutamadım kendimi. Onun kokusu ciğerlerime dolarken, hayatım ellerimden kayıp giderken, canım bunca yanarken onun sesinden bunları duymak kalan son dayanağımı da yıktı. Birkaç damla yüzümden kayıp tişörtünü ıslatırken burnumu çektim. "Bu çok zor adamım," dedim boğuk sesimle. "Her şeyden yoruldum artık. Bana bakışlarındaki mesafeler aramıza uçurumlar sokuyor."

Elleri saçlarımda gezindi, sırtımı okşadı. Bana dokunuşundaki şefkat gözyaşlarımı arttırdı. "Doğru er ya da geç ortaya çıkar. Ama kabullenmelisin. Hayat her zaman zor olacak Taehyung... Her defasında burnunu üzerime silemezsin." Bir yandan ağlarken diğer yandan güldüm. Başımı geri yatırıp çenesine bir öpücük kondurdum. Hafif çıkmış sakalları dudaklarıma battı. Kaşlarını kaldırmış vaziyette bana bakması gülümsememi sağlıyordu. Parmaklarımla saçımdaki elini kavradım ve arkama yaslanırken elini kucağıma çektim. Onun elini tutmaktan daha fazla güven veren bir şey bilmiyordum. Parmaklarıyla oynarken gözlerimi ondan kaçırdım.

"Her şeyin yoluna gireceğini söylememen sana olan saygımı arttırıyor," dedim. Ciddi olup olmadığımı anlamak istermişcesine suratıma bakınca gözlerimi devirdim. "Ben ciddiyim Jungkook. Gerçekçi bir adam olman çoğunlukla insanları incitiyor olabilir. Ama inan bana bazen gerçekleri duymak içi boş yalanlardan daha iyi geliyor."Gülümsedim. Duygularım silinip gitmişti. Dolayısıyla gülümsemem ona da gerçek gelmemişti. Beni çenemden tutup kısa bir öpüşmenin içine çekti. "Eğer imkânım olsaydı fiziksel acından ziyade ruhundaki ızdırabı çeker alırdım senden." dedi, geri çekildiğinde. Birbirimize baktık. Arabanın içi karanlıktı. Hava soğuktu. Ben paramparçaydım. Jungkook yorgundu. İkimiz de bisikletten düşen küçük çocuklar gibi hayal kırıklığı doluyduk. Düşersem kalkar bisiklete tekrar binerdim. Jungkook'un da defalarca ayağa kalktığına emindim.

Ama bazen, bisikleti uçurumdan yuvarlamak gerekirdi. Üzerinde oturuyor olsak bile.

𝐓𝐡𝐞𝐲 𝐂𝐚𝐧'𝐭 𝐓𝐚𝐤𝐞 𝐘𝐨𝐮 𝐅𝐫𝐨𝐦 𝐌𝐞Where stories live. Discover now