S3 [bölüm 38]: "Senden Gidememek, Sana Gelememek"

60 10 0
                                    


S3 [bölüm 38]:
"Senden Gidememek, Sana Gelememek"







Saptığım bu yolun gül bahçesi olmayacağını biliyordum.

~

Everything I know brings me back to us

I don't wanna go, we've been here before

-I miss you, I'm sorry (Gracie Abrams]

***

Baharın gelişi Beacon Hills'te büyük bir yankı uyandırmazdı. Dört mevsim kasvetli olan bir kasabanın halkı heyecanlanmazdı. Ama bu yıl öyle değildi. Baharın ilk günlerinde güneş parlamaya başlamıştı. Havalar ısınıyordu. Baharın sahip olması gereken neredeyse bütün güzellikler etrafı sarmıştı. Çiçekler açıyordu. Ağaçlar yeşillenmişti. Garip bir durumdu ama herkesi heyecanlandırmayı başarmıştı. Okulda bunun için bir parti bile düzenlenecekti.

Parti. Lanet olsun.

Lisa'nın partisinde Jungkook'u sapasağlam bulduğumdan beri herkes bana paranoyak gözüyle bakıyordu. Kimseye Matt'ten bahsetmemiştim. Partiye dalıp Jungkook'u  bulduğum anda elindeki bira şişesini tutup fırlatmam da hepsini dumura uğratmıştı. Dehşetimi gizlemeyi iyi beceriyor olmalıydım. Herkes bunu Jungkook'a duyduğum öfkeden ve bitmek bilmez nefretimden yaptığımı düşünüyordu. İşin kötü yanı Jungkook'un da buna inanmasıydı. Aramızdaki bağın sandığı kadar güçlü olmadığını ve benim onunla vakit geçirmekten hoşlanmadığımı düşünüyordu. O günden beri de gerekmedikçe yüzüme bakmıyordu.

Olanlardan sonra üzerine daha fazla titrediğimi görmüyor muydu? Herkes salak mıydı? Ortalıkta dolaşıp "Jungkook ne yedin?" ya da "Bugün garip bir şeyler içtin mi?" diye sormam kimsenin dikkatini çekmiyordu anlaşılan. Gün içerisinde dört kez arayıp bilmediği bir şey yememesini, içtiklerini koklamasını filan söylüyordum. Aldığım cevap her seferinde "Siktir Taehyung." oluyordu. Benim endişem onun öfkesini besliyordu ve yavaş yavaş en başa, birbirimizden uzak durduğumuz zamana döndüğümüzü hissediyordum. Ona eşşek şakası yapmak için zaman kolladığımı sanıyordu. Matt'ten nefret ediyordum çünkü onun yaptığı şey yüzünden Jungkook benden uzaklaşıyordu.

Bu hâldeyken herkesin katılacağı bir Bahar Partisi için hazırlıklara yardım etmeye pek hevesli değildim. Bayan Morrell bendeki bu negatif enerjiyi hissetmiş olacak ki spor salonuna taşıdığım her kutuyla bizzat ilgileniyordu. Ama asıl yapmaya çalıştığı şey benimle konuşmaktı. "Süslemeler için gerçek çiçek kullanıyoruz Taehyung. Yüzündeki bu ifadeyle hepsini solduracaksın." Tavandan sarkan çiçeklere bakarken iç çektim. Haklıydı. Solgun görünüyorlardı. "Affedersiniz Bayan Morrell." dedim. Bu onu güldürdü. "Tanrı aşkına. Biraz neşelen. Sorun her neyse inan bana çözülecektir. Konuşmak istersen bana anlatabilirsin. Biliyorsun okul danışmanıyım."

Günlerdir birileriyle konuşmuyor olmamdan mı yoksa Bayan Morrell'ın Deaton'i andıran bakışlarından mı, pek emin değildim. Ama birdenbire içimdeki zehri dökme ihtiyacı hissettim. "Biri Jungkook'u zehirlemeye çalışıyor," dedim. "Yani sanırım." Bayan Morrell kaşlarını çatarak elindeki çiçek asmasını kutunun içine bıraktı. "Emin misin Taehyung? Eğer böyle bir şeyden şüpheleniyorsan ona söylemelisin. Dikkatli olmalı." Başımı salladım. Bunu ben de biliyordum. Ama herkes bana paranoyak derken bunu yapmam mümkün değildi. Üstelik Jungkook bunun bir eşşek şakası olduğunu sanıyordu. Sözüme inanmazdı. Bu endişemi ona söyleyince Bayan Morrell "Kalp atışlarını dinleyebilir," dedi. "Yalan söyleyip söylemediğini anlar. Hadi ama Taehyung, eğer sürüden birini incitmek istiyorlarsa bunu engellemen gerekir."

𝐓𝐡𝐞𝐲 𝐂𝐚𝐧'𝐭 𝐓𝐚𝐤𝐞 𝐘𝐨𝐮 𝐅𝐫𝐨𝐦 𝐌𝐞Where stories live. Discover now