ONUNCU BÖLÜM

1.1K 198 833
                                    

⏳️

İNSİZ ŞEH'R
BÖLÜM ON

🥀

Rüzgârlı bir gecenin sabahı gibi hissediyordum kendimi. Soğuktum. Soğutuyordum. Donduruyordum. İlerleyen saatlerde doğan güneş bana etki etmiyordu. Soğukluğum yayılmaya devam ediyor içime gömülmekten de geri durmuyordu. Beni titretiyordu. Bedenimden sızıp ruhumdan asla uzaklaşmayacak bir titremeydi bu.
Hastalığın kendisiydi.

Efruz Dağdelen’le anlaşma yaptığımız anın üzerinden neredeyse dört saat geçmişti. Hava kararmaya başlıyordu. Buna rağmen hâlâ ortalıkta görünmüyordu. Elim boş kalmış boynumda dolanıp duruyordu. Kolyemi boynumdan hiçbir zaman çıkartmamıştım. Şimdi onun eksikliği tüm bedenimi yokluyordu.

Verdiğim sözü tutamayacak olma düşüncesi içimi dağlıyordu. Kolyem, benim emanetimdi. Emanetime sahip çıkamamıştım.

“Çirkef?”

Kafamı çevirerek omzumun üzerinden sesin geldiği yöne doğru baktım. Kerim, birkaç adım da yanıma geldi. Elinde tuttuğu hırkayı hiçbir şey söylemeden bana doğru uzattı. Alıp almamak arasında gidip gelirken benim karar vermemi beklemeden hırkayı omuzlarıma bıraktı. Dudaklarım şaşkınlıkla birbirinden ayrıldı.

Verandanın üç basamağını da indikten sonra benim gibi ikinci basamağa oturdu. Üzerinde dolandırdığım bakışlarım gözleriyle temas halinde değildi. Dört saattir ne onunla ne de Gülsema’yla iletişime geçmemiştim. Benimle konuşmaya çalışsalar da ben onları hep yok saymıştım.

Kerim’in bakışları benim aksime karşıdaki koruluktaydı. Yüzünde yine bir ciddiyet vardı ama bozulması bence an meselesiydi. Ona bakmayı keserek ben de karşıya bakmaya başladım. Ağaçların rüzgarla dansa tutuşmuş yaprakları günü süslüyordu.

Uzun zamandır bu kadar temiz bir havayla iç içe olmadığımdan burada oturup nefeslenmek çok da zor gelmemişti. Ayaklarım çıplaktı. Üzerimde siyah tayt ve kısa kollu tişörtümden başka bir şey yoktu. Üşümüştüm ama artık hırka soğuğu engelliyordu. Saatler akşama doğru devrildikçe artan soğuk bu hırkayı da alt ederdi ama şimdilik halimden memnundum.

“Daha ne kadar burada bekleyeceksin?” diye sordu Kerim bakışlarını üzerime düşürmeden. Ben de ona bakma gereği duymadan sorusuna yanıt verdim.
“Kolyemi getirene kadar.”

Bana döndüğünü hareketlendiğinden dolayı kavramıştım. İnat ederek ona bakmamayı sürdürdüm. Yüzümü birkaç saniye inceldikten sonra tekrar konuştu. “Efruz’un ne zaman geleceğini bilmiyoruz.”
Omzumu silktim. Kolyemi istiyordum. Sonunda kavuşacaksam ne kadar beklediğim önemli değildi. “Çirkef, kendi kendini mahvediyorsun.”

Bu sefer, ona baktım. Çünkü haklıydı. Bu söylediğini zaten biliyordum sadece yabancı birinden duymak beynimde kırmızı alarmların çalmasına vesile olmuştu. “Ne yaşadığın hakkında en ufak bir fikrim dahi yok ama böyle devam edersen kendini öldürmekten beter edeceksin. Dinlenmen gerekiyor. Omzundaki ve ayağındaki dikişlerin kaynaşması gerekiyor. Geçmişin ifadelerini bugün yüzünde taşımanın sırası değil. Canından olacaksın bunun farkına var artık.”

Dilimle kurumuş olan dudaklarımı ıslattım. “Kerim,” sesim fısıltıdan ibaret çıkıyordu. Ruhumdan parçalar dilime konmuştu. “Canımdan olsam keşke.”

Duyduğu şeyi beklemiyor olacak ki hisleri karıştı. Şaşkınlığın ardından kaşlarını çatarak gözlerimin içine baktı. “Ölünce geçecek mi sanıyorsun?” diye sordu.
Omuzlarımı isteksizce silktim. “Yaşarken de geçmiyor. Benim için bir anlamı yok.” Ölmekle yaşamak arasında bir fark görmüyordum. Ölüm de yaşam da bana aynı duyguları hissettiriyordu.

İNSİZ ŞEH'R +18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin