Zor memleket der kimisi. Sadece zor deyip geçersek, güzelliğine nankörlük etmiş olacağımızı düşünürüm. Zordur evet. Zordur, ama pek güzeldir... Serrtir oranın iklimi. Yazı serttir sıcaktan yakar, kışı serttir soğuktan yakar. Bin türlü yer vardır aslında bir tek yerin içinde... Bir toprak parçasına sığdırılmış bir dolu dünya. Bir kısmı denizin kıyısındadır, tuz kokar, rüzgar kokar, deniz kokar... Sonra kayalar yükselir bir kısmında. Toprak boza çalacak gibi olur. Bazı kısımlar da karanlık ormanlarla, çağıldayarak akan şelalelerle doludur. İçlerine doğru gittik mi bu memleketin, ovalar... Kuş cümbüşleri. Ve iki yana bölerek nazlı nazlı, asil asil Yeşilırmak, ötelere doğru akardı...Onlar, orada yaşarlardı.
Deli, dolu, pek te namlı ilçeye bağlı köylerden birinde, Virankaya'da.
Ah, Virankaya, şanlı Virankaya.. Fındık tarlalarıyla, mısırlıklarıyla, ekinlikleriyle, ormanlarla, üstü yemyeşile kesmiş tek tük kayalarla bezeli Virankaya. Erkekleri demir kabuklarının altına sakladıkları merhametli yürekleriyle, sert Virankaya. Kadınlarının elleri hem hamurlu hem de oraklı Virankaya. Ah... Virankaya.
Virankaya'da dışarıdaki dünyaya paralel amma istediği vakit ondan bağını kopartabilen bir dünya yaşanır. Yani Virankayalı bir delikanlı isen, cebinde paran varsa, eh baban da az buçuk fındık ağasıysa arabana atlayıp inci gibi parlayan şehre inersin, şöyle allı pullu bir kafeye gider çayını kahveni içer, iki muhabbetin belini kırarsın... Ertesi gün de tüm bunların üstüne 'köy çocuğu' perdesi çeker, giyersin eski kıyafetlerini, takarsın başına başlığını, alırsın sırtına motorunu gider bilmem neredeki tarlanda tırpan vurur, ot biçer, toz toprak olursun...
Burada çocuk olsan mesela, çıkarsın evden sabah yemeğiyle; akşam ezanı okunana, karanlık çökene kadar çamurun içinde, yamacın içinde oynar durursun.
Burada kadın olsan... Burada kadın olsan, yalan yok, yükün biraz ağırcadır. Ama kaldırılamayacak gibi de değil. Burada kadın olsan evini ocağını düşünürsün, aileni düşünürsün, ahırdaki hayvanlarını düşünürsün, tarladaki mahsulü düşünürsün, yaban elde okul okumak için gönderilecek parayı bekleyen yavrunu düşünürsün. Yani burada biraz da düşünmek yorar kadını... Yoksa dağda bayırda keçi misali sekmek, kendi yiyeceğini kendi yetiştirip üretmek, erlerle birlikte ağır işlerde çalışmak... Bunlar bir zaman sonra alışılır, hayatın bir parçası haline gelir şeylerdir...
İşte Virankaya böyle bir yerdir. İyisiyle kötüsüyle, acısıyla tatlısıyla, gecesiyle gündüzüyle.
Ah! Virankaya'nın geceleri, gündüzleri de pek güzeldir doğrusu! Hey maaşAllah dedirtecek, üzerine kalem oynattıracak cinsten..
Vakti zamanı gelende, duam odur ki, anlatırız.Virankaya'nın iki köklü ailesi vardır. Dönüm dönüm tarlaları, bağları, bahçeleri, muhtelif şehirlerde muhakkak birkaç tane dükkanları, daireleri bulunur. Evleri konak gibidir. İtibarlıdırlar. Ama büyüklenmezler. Büyüklenmenin bu memlekette sökmeyeceğini, aksine sahip olup olacakları itibarı da onlara kaybettireceğini bilirler. Burada yazısız bir örf adet bütünü vardır - nerede yoktur ki?! - Herkes buna uyar. Yaşlısından, beşikten yeni düşen çocuğuna kadar. Öyle sert değildir bu örfler ve adetler. Yalnızca; ahlaklı yaşamanı, büyüğe büyük, küçüğe küçük gibi davranmanı beklerler.
Aman efendim, bu memleket insana söylediğini şaşırtan memleketlerdendir, ne diyorduk; iki köklü aile diyorduk.. Bunlardan biri Çakır ailesidir. Çakırların hayatta olan erleri üç tanedir; Oktay, Cevdet ve Baran Çakır... Evin ve ailenin reisi, idare edicisi Nazım Çakır bundan 20 sene evvel, balkondan düşen kızını hastaneye yetiştirmeye çalışırken bir kaza geçirmiş, göçüp gitmiş, rahmetli olmuştur. Hey gidi Nazım Bey... Akıllı, babacan, mert adamdı. Onun gidişiyle, her ne kadar bunun aksi için çok çabalasalar da ailede düzen, nizam bozulmuştur...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yılanın Kızı
General FictionPusat Ali Şahoğlu, en yakın dostunun kız kardeşi Gökbeyaz Çakır'ı kurtarırken istemeden katil olur. Onun için hapse girer, dört sene yatar, elinden birçok fırsatı kaçırır, sözlüsü Suna tarafından terk edilir ve yaralı, ihanete uğramış bir adam olara...