Selam!
Hiç uzatmadan sizi yeni bölümümüzle karşı karşıya bırakıyorum.
Karşınızdaaa:
'Sınavlar'
. Baran Çakır'ı, Pusat Ali Şahoğlu çok iyi tanırdı. O keskin hatlı yüzü, ela gözleri ve sağlam sinirleri ne düşünüp ne hissettiğini pek belli etmese de; çocukluktan beri beraber oluşlarından, beraber iyi kötü nice şey atlattıklarından mıdır bilmez, Pusat onun yüzünün halinden, ne düşünüp ne hissettiğini anlardı.
Ve şu an görüyordu ki; Baran Çakır, hayatının en büyük şokunu yaşıyordu.
Gerçi bunu bilmek ve fark etmek için bir Pusat olmak gerekmezdi. Karşısındaki adamın mermer gibi sert ve sabit yüzünün ilk defa böyle alıp alıp verdiğini, gözlerinin yuvalarından fırlayacakmış gibi açıldığını, tüm bedeninin taştan yontulmuş gibi donup kaldığını gören herkes de aynı şeyi düşünürdü.
Baran gerçekten hayatının şokunu yaşıyordu, ve bunu atlaması hiç kolay olmayacağa benziyordu. Pusat zor bir yola girdiğinin zaten farkında olmasa ve her şeye baştan kendini hazırlamasa, onun bu ne yapacağını şaşırmış hali karşısında çok fazla morali bozulurdu, fakat şükür ki şimdiki şartlar altında bu böyle olmadı.
Kendini topladı, burnuna derin nefesler çekti ve iradesini dik durmaya zorlayarak, Baran'ın her türlü tepkisini karşılamaya hazırlandı.
İlk tepki beklediği gibi oldu:
"Efendim?" diye, boynunu öne doğru uzatarak ve anlamaz bir yüz ifadesiyle sordu Baran. Kesinlikle yanlış duyduğundan şüphe ediyor olmalıydı. Öyleyse Pusat, ilk olarak bu şüpheyi silmeliydi.
Sesindeki ve çehresindeki ciddiyetten hiçbir şeyi eksiltmeden tekrar etti:
"Bir kardeşiniz daha var, Baran."
Gerçek buydu. Ne kadar çabuk kabullenilirse, yol alınması o kadar kolay oluyordu. Pusat bu kadar emindi buna, çünkü Ferda Çakır'dan duyduğunda kendisi de aynı şeyleri yaşamıştı...
Fakat elbette Baran ondan daha fazla şaşırmıştı, mesele Baran için çok fazla hayati bir meseleydi. Donup kalma süresi o kadar uzadı ki Pusat onu omuzundan tutup sarsmak zorunda kaldı:
"Baran? Baran... Şşhh, iyi misin?"
Baran omzunu çekti, ellerini, dokunma bir kendime geleyim demek ister gibi kaldırdı..
"Bırak..." diyordu bunu yaparken de, "dur bi dur..."
Yamaca, köprüye bakan toprak yolda bir ileri bir geri yürüdü. Tekrar Pusat'ın önüne geldiğinde öfkeyle gülerek baktı ona.
"Pusat bak şaka etme."
"Ne şakası oğlum, üşüttün mü? Bu işin şakası mı olur."
Pusat öyle pek şaka yapmazdı. Yaparsa da böyle olmazdı. Besbelli gerçekti işte! Baran bir kez daha sarsıldı, dakikalardır her saniye olduğu gibi.
"Ciddisin yani ha?" diye sordu, "Emin misin, kesin mi?"
Pusat başını salladı. Baran'ın aklı bir türlü toparlanamıyor, bir türlü düşünce sistemini eski sağlamlığıyla geri kazanamıyordu. Biraz daha dolaşması gerekti bunun için. Sabah soğuğunu derin derin içine çekmesi. Pusat onu bekledi, hiç acele etmedi. Montuna bürünüp gözlerini köprüye, ilerideki kahverengi topraklara, gri göğe dikti.
Baran karşısına nihayet yeniden geldiğinde, gözlerindeki parıltıdan ve yüzünün renginin geri gelmesinden anlaşılıyordu ki, zihin çarkları tekrar eskisi gibi çalışmaya başlamıştı. Biraz olsun toparlanmış demekti bu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yılanın Kızı
General FictionPusat Ali Şahoğlu, en yakın dostunun kız kardeşi Gökbeyaz Çakır'ı kurtarırken istemeden katil olur. Onun için hapse girer, dört sene yatar, elinden birçok fırsatı kaçırır, sözlüsü Suna tarafından terk edilir ve yaralı, ihanete uğramış bir adam olara...