Selam, çok uzun bir bölüm, bodoslama başlatıyorum;
'Kan ile Sevda'
Dedim ya, Baran artık görebiliyordu.
Bu kadar geç görebildiği için kendisine ağız dolusu nefret kusmak istiyordu. Bu kadar geç kaldığı için. Herkese; Pusat'a, Gökbeyaz'a, kendisine, hatta Suna'ya bile çektirdiği için. Herkesin her şeyin sebebinin aslında kendisi olduğu için...
Baran artık görebiliyordu. Suna ona geldiğinde, her şeyin farkında olduğunu, artık Baran'ın sevgisine karşı direnmemek istediğini, artık sevilmek ve gerçekten sevmek istediğini söylediğinde ona oldukça net bir biçimde hayır demesi gerektiğini artık biliyordu. Pusat beni sevmedi ve hiç sevmiyor, benimle sadece dedikoduyu kesmek için evleniyor dediğinde; ona inanmamalıydı. İnansa bile gidip Pusat'la konuşmalıydı. Evet yapması gereken tek şey buydu. Pusat'la konuşmak. Gitmek, ve, 'bana emanet ettiğin sözlün benimle ilişki yaşamak istediğini söylüyor ve ben de sanırım bunu yapacağım, bir şeyler söyle ve durdur beni' demek.
Pusat yapardı. Pusat bakardı, hiçbir şey söylemesine gerek kalmazdı, yalnızca şöyle bir bakardı...
Ve Baran o zaman anlardı. Silkelenir, kendine gelir, kardeşim dediği adama olan sevgisinin, Suna'ya duyduğu çocukça hevesin çok çok önünde ve çok çok fazlası olduğunu anlardı. Hiçbir şey yapmasına gerek kalmazdı ondan sonra. Pusat'ı görmesi yeterliydi.
Ama o yapmamıştı. Onun yerine Suna'nın elini tutmuştu. Pusat'ın ona sadakat sözüyle bağlı olduğunu bile bile, Pusat'ı ezip geçmişti. Suna'ya hayır demesi, olmaz demesi sadece birkaç gün sürmüştü. Yıllardır hislerini yuttuğu, susturduğu kadın ona geldiğinde Baran, Pusat'ı da, Gökbeyaz'ı da unutmuştu. Namını da, itibarını da... Doğruyu da yanlışı da.
Gözü döner ya insanın. Çok sevdiklerini kaybetme pahasına, bir an olsun çizgiden çıkmak ister ya. Baran o çizgiden çıkmıştı. Şimdi o çizgiye, şimdi o sevdiklerine ölesiye hasretti ama çıkmıştı... Deli gibi pişmandı ama çıkmıştı.
Fakat imam ne demişti? Ölmediyse, imtihan hâlâ devam ediyor demektir..
Doğru yola, doğru çizgiye geri dönmek için hâlâ bir fırsatı vardı Baran'ın. Yeter ki dönsün, ve sebat etsin.
Dönsün, ve sebat etsin.
Bu evlilik bitmek zorundaydı.
Kendisi için olduğu kadar, Suna için de!
O yüzden, Baran Çakır bu gece geri adım atmayacaktı. Atmadı da. Suna, evin duvarlarını titreten bir sesle;
"Ne diyorsun sen? Hıh? Ne diyorsun sen!!!" diye bağırdığında, öfkeden titreyerek ayağa dikildiğinde geri adım atmadı. Onun gözlerine onu öldürecekmiş gibi baktığında geri adım atmadı. O çılgın yüz ifadesini gördüğünde geri adım atmadı. Baran zaten korkak bir adam değildi, kendi vücudunun yanında fiziksel olarak hiçbir fırsatı olmayan bir kadından korkacak bir adam hiç değildi, ama olsa da yine geri adım atmazdı.
Başını kaldırıp ona baktı. Hâlâ sırtı dolaba yaslı oturuyordu. Suna'nın cızırtılı soluk alışverişlerinin aksine o oldukça sakindi.
"Dediğimi. duydun." diye konuştu, kararlılığının nişanesi olarak kelimelerin üzerinde dura dura.
Suna'nın titreyişi daha da arttı. Hem duyduklarına inanamıyor gibiydi hem de aslında bunu hep bekliyormuş gibi bir ifade vardı yüzünde. Öfkeliydi, acılıydı, saldırgandı ama kesinlikle çaresiz değildi. Kazanmak için her şeyi yapacak, her yola başvurmaktan çekinmeyecek bir savaş komutanına benziyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yılanın Kızı
General FictionPusat Ali Şahoğlu, en yakın dostunun kız kardeşi Gökbeyaz Çakır'ı kurtarırken istemeden katil olur. Onun için hapse girer, dört sene yatar, elinden birçok fırsatı kaçırır, sözlüsü Suna tarafından terk edilir ve yaralı, ihanete uğramış bir adam olara...