Selammm!
Karşınızdaa:
'Bir Miktar Siyah ve Beyaz'
Bedirhan Çakır, annesinin çığlığını duymadan önce gayet sakin ve sıradan bir gün geçiriyordu. Tutkunu olduğu havacılık belgesellerinden birinin yeni bölümünü telefonundan izlemekle meşguldü. Ablasını yukarıda dinleniyor biliyordu. Annesi daha bir dakika önce ona bakmaya çıkmıştı.
Sonra, Şahoğlu konağı Ferda'nın feryadıyla sarsıldı ve Bedirhan'ın tüm sakinliği bu sesteki acı ve korkuya karışarak kayboldu. Elindeki telefonu koltuğun üzerine attı, yerinden fırlayarak merdivenlere koştu. Basamakları üçer üçer çıktığına yemin edebilirdi ama sanki çık çık bitmek bilmiyordu. Nihayet annesinin sesinin geldiği yere ulaştığında onu da dehşete düşüren manzarayı gördü. Bedirhan Çakır; bu yaşına kadar asla el bebek gül bebek büyümemiş, birçok zorluklar atlamıştı. Kavga görmüştü, kan görmüştü, birçok olumsuz ve telaşa sürükleyebilecek durumlarla burun buruna geldiği olmuştu. Yine de genç yaşına rağmen soğukkanlılığını yitirmezdi. Bu ona bağışlanan ve babasından, abisinden aktarılan bir özelliğiydi. Ne var ki o gün; daha yeni bulduğu ablasını, Gökbeyaz'ı kapının önünde baygın halde uzanır, annesini de onun başında çırpınır gördüğünde tüm soğukkanlılığını yitirdi.
"Abla!"
Hızla kapı eşiğine yürüdü. Çok büyük bir sorun olduğu daha ilk bakışta belli oluyordu. Kan vardı her şeyden önce. Ablasının bedeninde gördüğü kan. Ömründe daha önce karşı karşıya geldiği kanların hiçbirine benzemiyordu bu. Kan, sevdiğin, çok sevdiğin birinden aktı mı işler değişiyordu. Bedirhan titreyen elleriyle Gökbeyaz'ın yanına diz çöküp, ensesini tutarak başını havaya kaldırırken, bunu düşündü. Paniğe kapılmıştı. Saniyelik de olsa paniğe kapılmıştı ve bir an ne yapacağını bilemeyerek Gökbeyaz'ın yüzünü okşadı ve:
"Abla aç gözünü.." diye sayıkladı.
O saniyelik bir kendini kaybediş içerisindeyken Allah'tan, Ferda tüm korkusuna ve acısına rağmen kendini toparlamayı becerebilmişti.
"Oğlum çabuk.." diyerek Bedirhan'ın omuzuna tutunup onu kendine getirmek için sarstı, "Hastaneye gitmemiz lazım, bir şeyler yap!"
Sesi içler acısıydı. Yirmi yıl sonra konuştuğu; halen daha ürkerek dokunduğu sevdiği hatta bakmaya kıyamadığı kızı, avucundan kayıp gitmek üzere olan bir anne nasıl haykırırsa Ferda da öyle haykırmıştı. Onu şu an yere yığılmaktan uzak tutan şeyin Gökbeyaz olduğu belliydi. Kızı için ayakta duruyordu. Ne kadar durabilirse işte.. Fakat yine de yapılması gerekeni yapmış, can havliyle, anlık olarak kaskatı kesilen oğluna gerekli ikazı vermişti. Bedirhan silkindi. Zihni çalıştı, yapılması gerekeni yaparak paniği ve korkusunu olabildiğince geri plana itti. Ve süratle Gökbeyaz'ın kolları ve bacaklarının altından kollarını geçirerek, doğruldu.
Genç kızda tek bir bilinç emaresi yoktu. Parlak sarı saçları yere doğru sarkıyor, kolları havada savruluyordu. Boynu da geri doğru asılmıştı. Bedirhan ablasının boynuna da kolunun gerisiyle baskı yapıp onu düzgün bir konuma getirmeye çalıştı. Bir yandan da kucağında bir insan olan yirmi yaşında bir genç adam en fazla ne kadar hızlı hareket edebilirse, o hızda merdivenlere koştu. Öyle ki annesi bile acele hallerini gayet iyi bilmesine rağmen bir kaza çıkar korkusuyla merdivenlerde arkasından:
"Oğlum yavaş!" demekten geri duramadı.
Daha sabah neşeli seslerle çınlayan ev şimdi bir matem ocağı halini almıştı. Ferda'nın boğulurcasına hıçkıran ve kızının adını sayıklayan sesi bir an olsun susmuyordu. Bedirhan ise ablasının duyup duymadığından emin olmadan,
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yılanın Kızı
General FictionPusat Ali Şahoğlu, en yakın dostunun kız kardeşi Gökbeyaz Çakır'ı kurtarırken istemeden katil olur. Onun için hapse girer, dört sene yatar, elinden birçok fırsatı kaçırır, sözlüsü Suna tarafından terk edilir ve yaralı, ihanete uğramış bir adam olara...