Huuuuuhh sonunda bitti be. Çok zorlandım. Neredeyse fındık topluyormuşum gibi zorlandım öyle bir zorlanmak ajshshs
Duygulu bir bölüm. Gülüyor söylüyorum ama gerginim. Hikayenin kilit noktasıydı bu bölüm. Düğümlerin çözüldüğü yerdi. Duyguları aktarmak çok zordu. Ve ben açıkçası bunu istediğim gibi becerebildiğimi sanmıyorum. Önünüze yeterince gerçek hissettiren bir bölüm çıkaramadım sanırım. Bunun hüznü ve mahcubiyeti bir miktar var. Ama umarım mazur görürsünüz :')
Çünkü daha önce söylediğim gibi amatörün de amatörü olarak bir şeyler karalıyorum. Gökbeyaz ve Pusat'ın 'yüzleşme'sini daha güzel yazmayı ben de isterdim ama elden kalemden bu kadar geldi :') tekrar mazur görmenizi rica ediyorum.
(üzülünce etraftakileri çok darlarım siz de bir miktar darlandınız şu an shahhshs)
Ek olaraaak motivasyonumda ve doğrudan etkiyle yazımımda olumlu katkısı olan fikirlerinizi duygularınızı beklediğimi de belirtmek isterimmm.
Birtakım sorunlardan dolayı yorum yapamıyorum amaa genellikle hepsini okumaya çalışıyorum.Ve buraya yeryüzündeki tüm savaşların mazlumun felaha ermesiyle zalimin de cezasını bulmasıyla sonlanması için dua etmek istersiniz diye yine bir hatırlatma bırakıyorum 📍
Çok konuştum. Gerginlik had safhada shahha tamam yirmi bir yaşında fakat hâlâ gerginliğiyle baş etmeyi öğrenememiş Çağla sizleri artık bölümle baş başa bırakıyor 👀
Eveett efenimmm karşınızdaaaa;
'Göğe Düşmüş Deniz'
Gökbeyaz Çakır, o masada, elleri o sayfaların üzerinde, donmuş kalmıştı. Gözlerinin akı kıpkırmızı olmuş kan çanağına dönmüştü. Yüzü de kıpkırmızıydı. Göğsü dakikalarca koşmuş gibi hızla inip kalkıyordu. Gözleri, Pusat Ali Şahoğlu'nun gök renklidir gözlerindeydi. Üzerlerine bir destan yazabileceği, ömrünü verebileceği, sevdasının temeli gök renklidir gözlerde.
O gökler dumanlıydı, sisliydi, fırtına vuruyordu her bir karışına.
Her şey dökülmüştü işte. Yok sır, yok giz, yok bilmem ne... Vakti saati buraya kadardı. Sırlar gizemler çözülmüştü. Bir bir sahibinin önüne serilmişti gerçekler. Gökbeyaz, içinde Suna var diye düşünüp yanıp durduğu sayfalardan kendine olan bir sevdayı okumuştu. O sevdayı içmişti sanki. Her karışıyla sindirmişti içine.
Mutlu muydu? Evet. Acı çekiyor muydu? Fazlasıyla.
O kadar geç kalmışlardı ki birbirlerine... O kadar hata üstüne hata yapmışlardı ki.. Hem kendisi hem de Pusat Ali... Gökbeyaz, abisi gibi görmesi gereken, daha doğrusu ona böyle ezberletilen adama Pusat'tan da önce vurulmuştu. Ama kendisini o kadar sıkmıştı ki bunu Pusat gibi bir adam dahi anlayamamıştı, bunu kendisi bile anlayamamıştı! Pusat reddedilme korkusunu yenip, ondan da öte kızı kaybetme korkusunu yenip cesurca Gökbeyaz'a gelememişti ama Gökbeyaz da onun önüne engelleri kendi eliyle çekmişti.
O gün o çardakta söylediklerini hatırlıyordu. Kendisineydi bunlar, başka insanlar aklının ucundan bile geçmiyordu aslında. 'yapma Gökbeyaz' diyordu, kendisiyle bu yoldan kaçamak yüzleşerek, 'o senin abin ve seni kardeşi olarak görüyor, yakınsınız, senin ona bir şeyler hissetmen olmaz yapma'. Bundan yalnızca birkaç zaman sonra ise bu lafların benzerini Pusat kendi kendine etmeye başlamıştı..!
O kadar can yakmışlardı ki. Kendi kendilerinin ve birbirlerinin canını.. Şimdi Gökbeyaz, nasıl affedecekti? Kendini ve Pusat'ı; elden kaçan, gamla geçen onca sene yokmuş gibi nasıl affedecekti?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yılanın Kızı
General FictionPusat Ali Şahoğlu, en yakın dostunun kız kardeşi Gökbeyaz Çakır'ı kurtarırken istemeden katil olur. Onun için hapse girer, dört sene yatar, elinden birçok fırsatı kaçırır, sözlüsü Suna tarafından terk edilir ve yaralı, ihanete uğramış bir adam olara...