Sürpriz!
Bir önceki bölüm neden bu kadar kısa sorusunu soranlara bomba gibi bir 'part 2' cevabıyla geldik jdjdjd
Oy ve yorumlar çok düşük. Lütfen düzeltelim, benim için ittire kaktıra devam etmek cidden çok zor arkadaşlar :')
Neyse. Size güveniyor ve, karşınızda yeni bölümümüz diyorum:
Dönüş - 2
Arka arkaya üç araba halinde gidiyorlardı havaalanına. Bu kadarına gerek var mı, siz benimle gelin diye Baran amcalarına teklif etmiş fakat Oktay, tam Oktaylık bir biçimde cevaplamıştı onu:
'şanımız yürüsün' diyerek...
En arkada, içinde tek başına Baran Çakır'ın olduğu araba vardı. Gözü en öndeki Pusat'ın arabasından mümkün mertebe ayrılmıyordu, aklı da mümkün mertebe Gökbeyaz'dan.
Baran Çakır, 'kanında abilik var' dedirtesi bir adamdı. O yüzden bir kardeşi, hele bir erkek kardeşi daha olduğunu duyunca her şeye rağmen havalara uçmuştu. Fakat Gökbeyaz'ın hali, tüm sevincini buruk yaşamasına neden oluyordu. Haklıydı Gökbeyaz. Üzülmekte, tuhaf hissetmekte haklıydı. Eğer işler o yönde gerçekleşirse, Bedirhan'ı Baran'ın yaptığı gibi çarçabuk kabullenememekte haklıydı. Gökbeyaz çok çekmişti... Baran'ın anası yüzünden çok çekmişti. Hâlâ da çekmeye devam ediyordu... bunun suçluluk duygusunu üzerinden asla atamıyordu Baran Çakır. Anasının yaptıklarını telafi edemezdi ama, en azından geçmişi bir nebze olsun unutturmak için çabalayacaktı. Ferda için, Bedirhan için ve en çok da en büyük yarayı alan Gökbeyaz için...
Düşüncelerine dalmış gitmişken telefonu çaldı. Baran telefonu şöyle bir eline aldı, şirkete bugün hiçbir şekilde rahatsız edilmeyeceğini söylemişti. Eğer şimdi sırası olmayan, konuşmak istemediği biriyse derhal telefonu meşgule atacaktı. Fakat ekrandaki isim gözlerinin büyümesine, telefonu parmakları arasında kıracakmış gibi sıkmasına neden oldu.
Dilay arıyordu. Ama neden?! Dilay onu aramazdı ki! Ve daha az önce ayrılmışlardı, söyleyeceği bir şey olsa o zaman söylerdi. Bir şey mi olmuştu kıza? Başına bir şey mi gelmişti?! Baran arabayı can havliyle sağa çekti ve çağrıyı telaşla cevaplayıp telefonu kulağına götürdü.
"Alo?!"
"Baran."
Kızın sesi oldukça sakin, hatta Baran'ın telaşından ötürü şaşkın çıkmıştı. Fakat Baran bunu ilk an fark edemedi.
"Ne oldu bir şey mi oldu? Niye aradın beni? Başın mı belada, neredesin?"
diye soruları ardı ardına sıraladı. Şaşırtıcı şey, nefesi hızlanmıştı. Taş gibi ciğer vardır Baran Çakır'da. Öyle yalı yulu şeye hızlanmaz soluğu. Şimdi, kilometrelerce yolu durmaksızın koşmuş gibi inip kalkıyordu göğsü. Eli, sıkıca direksiyonu kavramıştı, parmak boğumlarında kan kesildiği için bembeyaz gözüküyorlardı. Dilay'dan gelecek cevapla arabayı gerisin geri döndürüp ona doğru son sürat sürmek için, tüm bedeni hazır bekliyordu.
Ama tahmin ettiği gibi bir felaket, kötü bir iş falan geldiği yoktu kızın başına. Dilay her zamanki Dilay'dı. Umarsız, uçarı bir tavırla konuştu ve Baran, adım gibi eminim şimdi gözlerini deviriyordur diye düşündü.
"Baran saçmalama başım belada olsa seni mi ararım."
İyi haber. Baran, rahatlamayla karışık derin bir nefes verirken, aniden cümlenin alt anlamını da kavradı. Kaşları çatıldı, ve az önce Dilay'ın iyi olduğunu duyunca gevşeyen parmakları, tekrar kuvvetli bir biçimde direksiyonu sıktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yılanın Kızı
General FictionPusat Ali Şahoğlu, en yakın dostunun kız kardeşi Gökbeyaz Çakır'ı kurtarırken istemeden katil olur. Onun için hapse girer, dört sene yatar, elinden birçok fırsatı kaçırır, sözlüsü Suna tarafından terk edilir ve yaralı, ihanete uğramış bir adam olara...