Eşikten İlk Adım

14.8K 1.1K 327
                                    

Selamlar.
Başlamadan önce bir not bırakıyorum burada; hepimizin kafasını kurcalayan yaşlarda ve Pusat'ın hapse giriş tarihinde bir değişiklik yaptım çünkü neden daha çok kurcalasın dhshsjs şaka şaka. Yaptım çünkü kafamda oturmayan bir şeyler vardı öyle gerekiyordu. İlerde inşaAllah göreceğiz :)
Düzeltmeyi düşünüyorum hikâyedeki o yerleri ama düzeltmekte gecikirsem aklınızda bulunsun:

•Pusat hâlâ 30 yaşında.
•Gökbeyaz da 22 buçuk :)
•Pusat hapiste altı değil dört sene kaldı. Yani hapse girdiğinde Pusat 26,
Gökbeyaz da 18 buçuk yaşındaydı :)
•Baran şu an 29, Suna da 26 yaşında.

Evet bu notun ardından başlayalım:


"Eşikten İlk Adım"

Gökbeyaz uyumuştu.
İhtimal vermiyordu ama deliksiz bir uyku çekmişti.
Ne kabus, ne rüya...
Bir ara alarmla sabah namazına uyanmış, kılmış, sonra kerahet vaktini bile bekleyemeden tekrar uykuya gömülmüştü.

Saçlarını okşayan ellerle gözlerini açtı genç kız. Baran'ın sıcak pırıltılar oynaşan gözlerine baktı önce, sonra kirpiklerini hızlı hızlı kırptı. İlk düşündüğü;

Her şey rüya mıydı yoksa?

oldu.

Ama hayır... Uyumadan öncesini gayet net hatırlıyordu. Yüreği acıyla büküldü.

Baran, kardeşinin içindeki galeyandan habersiz,
"Günaydın çiçeğim."  dedi.

Gece geç saatlere kadar ışıkları, organizasyonlar, evdeki artan azalan kalabalık derken iyice başı şişmiş olmalı, diyordu Baran amcalarına. Yemeğe çağırmak için gitmiş, mışıl mışıl uyuduğunu görüp uyandırmaya kıyamamış aşağı inmişti. Fakat sabah oldu mu, Baran Çakır, ilk kardeşini görmek istedi. Ne de olsa uykusunu almıştır diyerek üzerine takım elbisesini bile çekmeden Gökbeyaz'ın yanına gitti. 

Şimdi buradaydı. O sıcak, babacan gözleriyle, Gökbeyaz'a belli bir zamana kadar hep koşulsuz şartsız, şimdi ise keskin bir iç acısıyla güven veren gözleriyle Gökbeyaz'a bakıyordu. Başına ne geldiğinden, ve ne geleceğinden, onları neyin beklediğinden haberi yoktu. Baran düğün için fırtınadan kaçmaya çalışıyordu ama aslında bu düğün ve sonra olacaklar, başlı başına bir fırtınaydı.

Gökbeyaz, dün uyumadan önce verdiği kararı hatırladı. Mantığı ve gururu ona yapmamasını haykırıyor, yüreği ve sevgisi ise mecburiyet prangasını kendi kendine kilitleyip duruyordu. Yatakta doğruldu, gözlerini ovuşturur gibi yaparken aslında gözlerinin yaşını sildi. Bunu yaparken de,
"Günaydın..."  dedi ağabeyine.

Günaydın ama, gün aymadı, gün tutuldu.
Çok uzun sürecek bir karanlıktayız ağabey, ah bir şey yapsan, yapsan da bizi, beni kurtarsan... Bana yetişsen ağabey.

Gökbeyaz direnmiş, çarpışmıştı. Senelerce, aylarca, günler ve gecelerce. Bakışlara, 'yaktı dağ gibi adamın başını' sözlerine, sonra Züleyha'ya, sonra kendi içindeki savaşa... Kendini güçlü sanıyordu. Güçlüyüm diyordu, birçok şeye direnebilir, birçok şeyin üstesinden gelebilirim artık.

Ama şimdi o kadar zayıf, o kadar acizdi ki... Asla yapmam dediği bir şeye, asla gönlünün olmadığı bie mecburiyete boyun eğmişti.

Baran için...

Pusat için de evet, ama onunla aynı oranda, Baran için.

Ürperdi. Soğuk bir his yalayıp geçti sırtını.

Ne olacaktı? Nasıl olacaktı? Nasıl gerçekleşecekti? Ne hissedecekti? Nasıl kanayacaktı yüreği? Baran'ın başına neler gelecekti? Arkalarından neler konuşacaklar, yüzüne neler söyleyecekti? Neler yaşayacaktı ve her şey bittiğinde -biterse bir gün- Gökbeyaz'dan geriye bir şey kalacak mıydı?

Yılanın Kızı Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin