Selam!
Epeydir özleştik. Çok bekletmeden bizimkilerle sizi baş başa bırakayım.
Ama bir dipnot; bölümü bitirmişken hızla atayım dedim, düzenlemedim. Farklı farklı yerlerde, farklı ruh halleriyle, parça pinçik yazıldı. Hatalar barındırıyor kuvvetle muhtemel. Çok absürt olanları zaten fark ettiğim an değiştirmeyen çalışıyorum. Mazur görürseniz sevinirim diyeyim.
Ve şimdi, işte efendim karşınızda yeni bölümümüz:
'Aile'
Gökbeyaz'ın abisi ve kocasına getirdiği kahve fincanları ayaklarının dibinde parçalanmış haldeydi. Fakat onun güzel yüzüne bakanlar fincandan da, kahveden de geçerlerdi. Asıl parçalanmışlık ondaydı. Gökbeyaz'da... kan oturmuş gözleri ve bembeyaz olmuş yüzünde. Birbirine sımsıkı bastırılmış dudaklarının gerisinde, söylememek, söyleyip de dört bir meydanı kavuracak bir yangın çıkarmamak için tuttuğu sözlerinde. Bakışlarında... asırlık bir acının gelip kurulduğu bakışlarındaydı.
Gökbeyaz her şeyi duymuştu. Her şeyi...
Bunca sene bir etiket gibi, üzerine sinmiş, ne kadar çok yıkanırsa yıkansın bedeni ve ruhundan atıp arınamadığı bir koku gibi taşıdığı annesizliği; kendini yine hissettiriyordu. Gökbeyaz annesizliğini hep annesinin yokluğuyla hissetmişti bu güne, bu ana kadar. Şimdi varlığıyla hissediyordu... annesinin varlığı, annesinin dönüşü bile eksikliğini, noksanlığını vuruyordu yüzüne yüzüne. Gökbeyaz her saniye biraz daha annesiz kalıyor ve sanki biraz daha annesizliğin karanlık, dipsiz girdapları arasında yutuluyordu...
Birçok şey yaşamıştı o, fakat hiçbirinde bu kadar yüreğinin sarsıldığını hatırlamıyordu. Allah'a tevekkül etmese, sonra da bebeğinin varlığını hatırlamasa ayakta bile duramazdı. Şu kahve fincanları gibi yere yıkılır çöker kalırdı.
Fakat aklına, yüreğine gelip kondu önce. Önce yüce Rabbinden merhamet ve güç diledi, çözülmek üzere olan dizlerinin bağı yerine geldi. Sonra bebeği hatırına düştü. İçinde olduğunu öğrendiğinden bu yana, aklından bir an olsun gitmeyen, çıkmayan bebeğini bile unutmuştu birkaç saniye. Hatırladı. Hatırladığı gibi; ona tutunmak ve hem de onu tutmak istercesine karnına dolandı eli. Parmakları düz etine bastırıldı, ve Gökbeyaz uzun zaman sonra o saniye, derin ve gerçek bir nefes aldı.
Pusat da, Baran da... cesaretleriyle nam salmış, güçlü kuvvetli ve iri yarı o iki adam da birkaç saniye kadar ona hiçbir şey söylemeye cesaret edemeden durdular. Kara kara nasıl hakkından geleceklerini düşündükleri hadise ellerinde patlamıştı işte. Gözlerinin bebeği, Gökbeyaz... her şeyi bu şekilde duymuştu. Ona karşı duydukları mahcubiyet birkaç saniye kadar o kadar baskındı ki, yüzüne bakmak bile iki adama da zul geldi. Fakat gözlerini de çekemediler.
Gökbeyaz... hayal kırıklığı ile kıvranan gözleri... hayretler içinde ve acıdan kırılırken bile güzel ve masum olan yüzü... tepeden tırnağa haklı öfkesiyle Gökbeyaz onlara böyle bakarken, böyle imdat çığırırmış gibi ama aynı zamanda da ağzına geleni sayarmış gibi bakışlarını üzerlerine dikmişken... nasıl ondan başka tarafa gözlerini çekebilirlerdi?
Bir zelzele vurmuştu Şahoğlu ocağını sanki. Nice zamanıdır onun pençesinde oradan oraya savruluyorlardı. Zordu yeniden toparlanmak. Üçü için de zor oldu. Ama yaptılar. İlk hareketlenen, Pusat oldu. Suçluluk duygusu, gam ve hüzün bir kıskaç gibi onu almış sıkıyordu ama duramadı. Duramazdı. Yıllardır sevip sevdalandığı kadın, çocuğunun annesi ona ilk defa böyle bakarken, ona ilk defa böyle ruhen uzakken yerinde sayamazdı!
Hareketlendi. Hızla Gökbeyaz'a doğru yürüdü. Sesi titriyordu. Baskın, tok, gür sesi ve düzgün telaffuzu ile bilinen Pusat Ali Şahoğlu'nun sesi.. tir tir titriyordu! Duyan şaşar kalırdı. Ama şimdi kimse, onun derdine düşemedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yılanın Kızı
Fiction généralePusat Ali Şahoğlu, en yakın dostunun kız kardeşi Gökbeyaz Çakır'ı kurtarırken istemeden katil olur. Onun için hapse girer, dört sene yatar, elinden birçok fırsatı kaçırır, sözlüsü Suna tarafından terk edilir ve yaralı, ihanete uğramış bir adam olara...