Selam.
Bölüm içime sinmedi. Beğenmedim. Ama atmak zorundaydım, baştan başlarsam uzardı da uzardı. Geçen bölüm kilit bir noktada bitirdim, beklemek zor sizin için biliyorum. O yüzden bir şekilde tamamladım işte. Umarım beğenirsiniz.
Not 1: iki bölüm bir arada atma olayı maalesef gerçekleşemedi çünkü gerçekten çok, aşırı, ultra yoğun bir dönemden geçiyorum.
Not 2: bu bölüme bir türkü koyacaktım, panoda bahsetmiştim size. ama türkü bana biraz isyankâr cümleler içeriyormuş gibi geldi o yüzden vazgeçtim. bi de ben müzik eşliğinde okumaya pek sıcak bakmıyorum ya, bırakın kendi müziğimizi kendi zihnimizden dinleyelim :))
Not 3: Ömrümde hiç yakından kanlı canlı araba kazası görmediğim için (çok şükür elhamdulillah ve Rabbim hiçbirimize göstermesin) bölümde mantık hatası cart curt olabilir. İşte mesela ters dönmüş arabanın yere sıfırlanması falan gerekiyormuş sanırım. Ben öyle şeyler yazmadım. Fizik kurallarına aykırı durumlar görebilirsiniz ama lütfen mazur görünüz, düzeltirsem uzardı (artık bu bahanenin ardına son saklanışımdır inşallah...)
Evet bitti notlarım.
Şimdi karşınızda yeni bölümümüz;
'Baran Çakır'
Baran Çakır. Virankaya'nın yiğit beyi, Nazım Çakır'ın tek oğlu ve varisi, insanların dertlerine yetişmeye çalışan, yoksulların ardını güden, hastaların ilacını kapısına gönderen, okul çocuklarının ihtiyaçlarını gideren, büyük yanlışlar yapan ama asla yanlışını savunmayan, sevdi mi çok seven, nefretini ölçülü tutan, deli Oktay ile selim Cevdet'in yeğenleri, Gökbeyaz kızın biricik abisi ve sırtını yasladığı çınar, Pusat Ali Şahoğlu'nun ne yapsa ne etse ciğerini de sökse içinden atamadığı kardeşi.
Baran Çakır.
Şimdi; çarpmanın etkisiyle motorundan dumanlar çıkan, tekerlekleri hâlâ havada dönen, ters dönmüş arabanın içinde, şarampolün dibinde yatıyordu.
Aylardan ağustostu, ortaları. En sıcak günleri. Fakat bu manzaraya şahit olan ve bu anları yaşayan herkes yıllar sonra bile hatırladıklarında o gün ne kadar üşüdüklerini söyleyeceklerdi. Sanki yüreklerden yükselen acı bir sis bulutu, soğuk bir duman halinde tüm yolu ve şarampolü kaplamıştı. Karadeniz sabahlarının ilk saatlerinde genelde olduğu gibi gökyüzü kurşuni bir renkteydi ve yamaçları grilikler kaplamıştı. Kasvet, acı ve geç kalmışlık kokuyordu etraf. Geç kalmışlık. En çok, geç kalmışlık...
Pusat Ali Şahoğlu'nun yüreğinin tam orta yerinde, bu iki kelime, etiyle kemiğiyle ve kanıyla ve o burun sızlatan kokusuyla can buldu. Geç kalmışlık...
Ve bunun etkisiyle midir bilinmez, harekete ilk geçen, geçebilen o oldu. Araba bariyerleri kırarak aşağı doğru uçtuğunda herkes, sanki ellerinden bir şey gelebilecekmiş gibi ileri atılırken o kıpırdayamamış öylece beklemişti. Şimdi her şey bittiği vakit ise, Çakırlar dahil tüm hepsi öylece taşa dönmüş gibi kaldıkları halde, Pusat koştu. Onlar durmuş yaş dolu gözlerle aşağı bakarken, yahut bakamaz da gözlerini başka yerlere çevirirlerken, Pusat durmadı, duramadı. Koştu.
Çünkü onun yüreğinin tam ortasında bir geç kalmışlık kederi doğmuştu. Geç kalmışlık... bilinen dünya pişmanlıklarının en üstünlerinden.
Yerinden koptu. Ciğerleri parçalanacak kadar hızlı koşarak bariyerlerden atladı. Şarampol çok dikti, ama Karadeniz’in engebeli arazilerinde yürümeyi öğrenmiş biri olarak ve şu an tüm bedeni can havliyle yandığından, Pusat bir kez bile tökezlemeden dibe doğru yöneldi. Hafif bir yağmur çiselemeye başlamıştı yine. Pusat'ın bedenini hem o yağmur, hem de soğuk terleri ıslatıyordu. Ters dönmüş, hurda yığını halini almış arabanın yanına geldiğinde bir an durdu. Bakmaya cesaret edemedi. Cesaretiyle, yiğitliğiyle meşhur Pusat Ali Şahoğlu o gün ve o an, gözünü çevirip de altı üstü bir manzaraya bakmaya cesaret edemedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yılanın Kızı
General FictionPusat Ali Şahoğlu, en yakın dostunun kız kardeşi Gökbeyaz Çakır'ı kurtarırken istemeden katil olur. Onun için hapse girer, dört sene yatar, elinden birçok fırsatı kaçırır, sözlüsü Suna tarafından terk edilir ve yaralı, ihanete uğramış bir adam olara...