Selamlar, merhabalar, iyi geceler. Bölümümüz karşınızda. Bence heyecanlı ve hoş bir bölüm. Bakalım siz ne düşüneceksiniz. Pasaj aralarında buluşalım 💗Bu arada Filistin için, Doğu Türkistan için, ırkı, dili, dini ve rengi ne olursa olsun tüm mazlum insanlar ve insanlık için dua etmek isteyenler olur diye şurada küçük bir hatırlatma kutucuğu bırakayım ve burada da isteyenlerle buluşalım :)
Kpss çalışmaya başlarım dualarınızda arada beni de hatırlarsınız artık shwhhshsh
Tüm bu minik isteklerden sonraa;
Sizi daha fazla bekletmeyeliiiiimmm karşınızdaaaa; yeni bölümümüzzz...'Mavi Namlu'
Biri onu omuzundan sarsıyordu. Baran istemeye istemeye, kaşını çata, yüzünü buruştura sıyrıldı uykusundan.
"Evlat..." oysa ne de güzel uyumuştu. Derin düşüncelerden, pişmanlığın kan süzen mengenesinden, kafasındaki sorular ve cevap bulamayışlardan kurtulmuştu. Daha hızlı sarsıldı omzu, yanı başındaki gür ama babacan ses yükseldi: "evlat!"
Yeşile dönük ela gözleri, sık kirpikleri arasından gözüktü. Uyumaktan dolayı sulanmışlardı. Tepedeki büyük avizenin ışığı da gözlerine dolup hepten acıttı. Baran gözlerini hızla yumup elleriyle oğuşturdu, derin bir nefes vererek doğrulmaya çalıştı. Yanı başındaki adam da onu tutarak kalkmasına yardımcı oldu.
Doğruldu. Gözlerini iyice bir uykudan kopmuş, ayık kafayla kontrol etti. Camideydi. Işıklar yakılmıştı. Pencereden dışarına ise alacakaranlık çökmüştü. Akşam olmuş olmalıydı. Namaz vakti girmek üzereydi ki içeriye yavaş yavaş yaşlısı genciyle insanlar giriyordu. Baran silkelendi. Yanı başındaki sesin sahibi cübbesini giymiş, sarığını takmış imamdı. Beyaz saçlı beyaz sakallı, beyaz pala bıyıklı, sımsıcak bakan adama; Baran mahcubiyet içinde döndü. Elini ensesine atarak, daha yeni yeni erliğe varan oğlan çocuğu edasıyla,
"Hocam... kusura bakmayın.." dedi. "ben.. uyuyakalmışım..."
Secdede uzun uzun yakarışını, sonra bitkin düşmüş bir şekilde, yine başı secdede biraz duruşunu hatırlıyordu. Sonrası yoktu..
Ensesi ağrımıştı. Boynu tutulmuş gibiydi. Ama üzerinde, tarifi güç bir hafiflik vardı. Kimi yüklerinden kurtulmuş, ferahlamış gibiydi. Yıllardır kimseye, kendine bile itiraf edemediklerini Rabbine dökmenin o serin selamet hissi sarmıştı vücudunun her tarafını ve ruhunun her zerresini...
Pusat'ı özlediğini anlatmıştı mesela. Ona yaptığı yanlış karşısında omuzlarının her geçen gün daha fazla ağırlaştığını...
Suna'ya olan bağının, aşk ve sevda olmayışını söylemişti mesela. Bu gerçekle karşılaşmaktan hep kaçıyordu ama Suna'ya aşık değildi. Ona karşı bir tür bağımlılık hissediyordu ve bu bağımlılık yaptığı her hatada büyümüştü. İlk adımı attıktan sonra bir çığ gibi devleşmiş yutmuştu onu. Baran Suna'yı sevdiğini Gökbeyaz'a söylemiş, Gökbeyaz ona ateş püskürmüş, Baran Suna'ya daha çok kapılmıştı. Suna yüzünden Pusat'tan olmuş, amcalarının eski güvenini kaybetmiş, Suna'ya daha çok bağlanmıştı. Suna yüzünden çok şey yitirmişti ve yitirdikleri ölçüsünde tutunmuştu ona. Tuhaf bir inattı... Yaptığı bir yanlışı dizginlemek ve ondan dönmek yerine madem bu oldu geri dönmeyelim demiş ve daha da batmıştı.. halbuki her bataktan bir dönüş, her darlıktan bir çıkış vardı. Baran Gökbeyaz'ın ortalığı birbirine kattığı gün, o tepkiyle ilk karşılaştığında çekilseydi Suna olayı orada kalacak ve kapanacaktı. Baran, o an çekilmeyi kendine yedirememişti. Benliğindeki zaafı yüzünden Suna'dan kopamayışını 'aşk' gibi güçlü bir duyguya bağlamış, kendine avuntu vermiş, bunu destek olarak ardına almıştı. Ama hayır aşk değildi bu... Baran gözlerini ve kulaklarını uzun zamandır kapatsa da artık direnmeyi kesmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yılanın Kızı
General FictionPusat Ali Şahoğlu, en yakın dostunun kız kardeşi Gökbeyaz Çakır'ı kurtarırken istemeden katil olur. Onun için hapse girer, dört sene yatar, elinden birçok fırsatı kaçırır, sözlüsü Suna tarafından terk edilir ve yaralı, ihanete uğramış bir adam olara...