24. Büyük Kırgınlıklar

9.3K 749 144
                                    

Sıramda oturmuş telefonumdan Özer'e üç günde belki de otuzuncu mesajımı gönderiyordum. Çay bahçesinde yaşadığımız o geceden sonra onunla olan ilişkimizin çok farklılaşacağını düşünmüştüm ama böyle olma ihtimali hiçbir tahminimde yoktu.

Mahalleli geçtiğimiz üç gün boyunca okula gelmemişti. İlk başta hasta olduğunu veya işi olduğunu düşünmüştüm ama bu kadar uzun süre haber vermeden gelmemesi ailesiyle ilgili bir sıkıntı olması ihtimalini de aklıma getirmişti. Özer benim neyimdi bilmiyordum. Düşman değildik, arkadaş değildik ama ona değer verdiğim kesindi. Kendimdeki bu değişimi görememek için aptal olmam gerekiyordu. Ayrıca o da bana değer veriyormuş gibi davranıyordu. Hele de doğum günümden sonra bu çok aşikardı.

Onun için mesajlarıma cevap vermeme sebebinin benimle alakalı olacağını düşünmüyordum. Bu üç gün boyunca aklım onda kalmıştı. Öyle ki beni yeni tanıyan Onur bile iyi olup olmadığımı soruyordu ara ara. Geçtiğimiz günlerde o da bizden biri gibi olmuştu. Tabii ki henüz Kerem ve Mete'nin bana olduğu kadar yakın değildi ama yine de yakın arkadaş olduğumuz belliydi.

Mete ve Kerem Özer'in gelmediği ikinci gün bana konunun Özerle ilgisi olup olmadığını sorduğunda Onur'un Özer'in kim olduğunu sormasıyla aramızdaki geçmiş düşmanlığı artık neredeyse tüm okul gibi Onur da biliyordu.

"Kanka ders başlayacak bırak artık telefonunu."

Mete'nin sesiyle telefonu kapatarak sıranın altına bırakarak kafamı kaldırdım. Onların sohbetine katılacakken içeri giren Özerle direkt sustum. Ona dikkat kesilmiş bakarken o bir kez bile gözlerini bana çevirmedi.

Yanımda oturmuş Onur kulağıma eğilerek "Özer dediğiniz bu mu?"dedi. Sesini algılamam bir kaç saniyemi alırken kafa salladım. Özer yanıma gelirken Onur yanımdan kalkarak kendi sırasına geçti. Özer yanıma oturur oturmaz hocanın gelmesinden önce onunla konuşmak istediğim için ona döndüm.

"Noldu neden gelmedin üç gün boyunca Mahalleli?"dedim.

Sesimle boş bakışlarını benimkilere çevirdi. İçeri girdiğinden beri ilk kez bakıyordu bana.

"İşim vardı."dedi.

Pardon? Sesimden bile endişem okunurken tek açıklaması bu muydu?

"Mesajlarıma neden cevap vermedin? Sana onlarca mesaj attım."dedim.

Bu sefer bana bakmazken çantasından çıkardığı ders kitaplarını masasına bıraktı ve "Görmemişim."dedi sadece.

Kafasını sıraya vurup sürte sürte ateş çıkartmak istiyordum. Ben onun için bu kadar endişelenirken o niye böyle davranıyordu? Bir derdi olduğu için kimseyle konuşmak mı istemiyordu acaba?

Daha fazla uzatmadan önüme döndüm. Günün geri kalanı boyunca Özer'den bir tepki bekledim. Okulda zaten normalde beraber dolandığımız falan yoktu ama gözlerimi hiç bulmayan karaları, arkadaşlarıyla kahkaha atarken bana bakınca solan gülüşü yeniydi. Eskisi gibi nefreti aradım orada. En azından sebebi bu olmalıydı davranışlarının ama benden nefret ediyor gibi de bakmıyordu ki bana. Sadece bakmak istemiyor, görmek istemiyor gibiydi beni.

Herkese olan davranışları benden neden esirgeniyordu yine? Verdiği hediyeyle ona belki de hiç olmadığım kadar yakın hissederken böyle düşünen tek kişi ben miydim? Okul bitine kadar Özer'in tavırlarında bir değişme olmadı. Dalga geçmek için bile konuşmadı benimle. Yan yana oturduğumuzda yanındaki koca bir boşlukmuş gibi dönüp bakma gereği bile duymadı bana. Derste otururken onunla konuşmak istediğimde de bana cevap bile vermedi.

Aklıma hediyeyi verirkenki bakışları geldi. O zamandan bu zamana ne değişmişti de tavırlarının üstünü bu umursamazlık ve uzaklık örtüsü kaplamıştı bana karşı?

Sinirlenmem gerektiğini biliyordum. O kimdi ki bana boşlukmuşum gibi davranabiliyordu, görmezden geliyordu? Hele son yaşadıklarımızdan sonra ama sinirin yanında hissettiğim kırgınlığa engel olamıyordum. Çıkış zili çaldığında dışarı çıkan Özer'in peşinden fırladım. Okul kapısındayken kolundan yakalayarak onu sürüklemeye başladım. Bana karşı çıkacağını düşünsem de bunu yapmadı.

Onu ara bir sokağa soktuğumda karşısında dikildim.
"Ne oluyor?"dedim.

Gözleri kısa bir bakışla beni süzdü.
"Ne demek ne oluyor, fark etmediysen diye diyorum kolundan sürüklenen bendim."dedi.

Salağa yatmak istiyordu demek ama ben onun gibi oyun oynayacak havada değildim.

"Özer, en son gayet iyi bir şekilde sohbet ettik ayrıldık, bir şey mi oldu lan? Neden herkese normal davranıyorsun da benim suratıma bile bakmıyorsun? Eğer sıkıntın varsa veya ailevi bir şe-"

Konuşmamı beni omzumdan ittirmesi bozdu. Şaşkınca ona bakarken sert sesiyle konuştu.

"Altın kaşık farkında mısın bilmiyorum ama biz seninle düşmanız. Sana sohbet, samimiyet, gülümseme borcum mu var benim? Senin gönlünü hoş eylemek gibi bir derdim de yok. Altı üstü iki üç kez oturduk konuştuk, iyi niyetimden de sevap olur diye istediğin hediyeye kavuşmanı sağladım bu kadar. Ne sandın ki sen bizi bu iki üç şeyle?"dedi.

Benden cevap bekler gibi durdu karşımda. Ne kadar kendimi sıkmaya çalışsam da gözlerimin dolduğunu hissettim. Cevap vermek için ağzımı açtım ama ne diyeceğimi bilmediğim için geri kapattım.

Hakikaten günlerce onun için endişelenirken ne sanmıştım ki? İki üç eğlendik diye kol kola gezeceğimizi falan mı?

Peki o zaman neden bana o hediyeyi almıştı? O kitabın benim için ne ifade ettiğini bilmiyor muydu? Niye bu kadar değerli bir şeyi vermişti bana karşılığında sevap işledim diyip geçecekse?

İçimdeki her parçamın acıdığını hissettim. Gözlerimin dolmasıyla daha fazla ona bakamadım. "Ne bok yersen ye."diyerek arkamı döndüm ve onu orada bırakarak eve yürümeye başladım. Yürüdüğüm süre boyunca aklımda Özer'in söylediği şeyler dolaşıp durdu.

Ona nefret duyup geçmem gerektiğini biliyordum ama yapamıyordum çünkü kızmak yerine kırılmanın ağır bastığını bilmem gerçeği kafayı yememe sebep olacaktı. Ona beni kıracak gücü verdiğimi, kendimi ona açtığımı fark etmek hayatımın hatasını yaptığımı anlamamı sağladı. İnanamıyordum, nasıl elimde sıkı sıkı tuttuğum bu gücü usulca ona teslim edebilmiştim?

Şimdiye kadar kimseyle ciddi ilişki yapmamıştım, bir aptal gibi şımarık velet taklidi yaptığım zamanlardan geçmiştim, kendimi sürekli tam gösterip durmaya çalışmıştım. Kırılmamak için çabalamış kendimi korumaya almıştım herkesten.

Ne içindi? Kesinlikle aptalın biri gelip beni parçalasın diye değildi.

Nasıl olur da bir sözüyle beni yıkabilecek kadar güvenebilirdim birine. Ne olursa olsun o bir zamanlar benim düşmanımdı. Ne ara beni kanatan birinden şefkat bekleyecek kadar aptal olmuştum? Hiç mi ders almamıştım?

Gözyaşlarım yanaklarımı ıslatırken onun karşısında savunmasız kaldığım ve kırıldığımı gösterdiğim için kendime küfür ettim. Özer, resmen benimle oynamıştı, her zamanki Özer nasılsa öyleydi ama ben aynı Akan değildim. Ona güvenecek, onu yanımda isteyip ona değer verecek kadar değişebilen Akandım.

Ne kadar kırıldığımın bir önemi yoktu. Bir şekilde iyi olurdum ve eğer gerçekten ona beni kıracak bu gücü verdiysem almasını da bilirdim. Eğer benimle böyle oynamak istiyorsa sorun yoktu. O itmesini biliyorsa benim de en iyi yaptığım şey kalkmaktı. Sadece zamana ihtiyacım vardı.

Gece yastığa yatmış kızarmış gözlerimle elimdeki şiir kitabını tutarken içimde bir yerde zamanın ihtiyacım olan tek şey olup olmadığı sorusu kafamda dönüyordu.

Mahalleli -GAYHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin