⚜33

171 33 6
                                    

❤️ Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın. İyi Okumalar ❤️

 İyi Okumalar ❤️

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

•Jungkook'dan•

Rosé'nin yanından ayrıldığım andan beri ruhumu onunla bırakmış gibiydim. Bedenim benimleydi ama ruhum için aynı şeyi söyleyemeyecektim. Onun son sözleri kulaklarımda ve beynimin her köşesinde yankılanırken kendimi çok daha güçsüz hissetmeye başlamıştım. Fakat ne o sözleri dinlemeye ne de pes etmeye niyetim vardı. Kalbim çaresizce çırpınırken onsuz nasıl yaşayabilirdim ki? Benim nefes almak için bile ona ihtiyacım varken, onu nasıl bırakabilirdim ki?

Seokjin'le birlikte şehirde konakladığımız handan ayrılıp onların yaşadığı köyde bir eve yerleşmiştik. Yatacak yer haricinde hiçbir eşyaya ihtiyaç duymamıştım çünkü; evde pek fazla vakit geçireceğimi düşünmüyordum. Buraya gelmemin tek nedeni Roséanne'in beni affetmesini sağlamak ve bunun için çabalamak olacaktı. Elimden ne geliyorsa yapacak, onu iplerime geri alacağım ve güzelleştireceğim saraya götürecektim. Elbette geri dönmeyi bende istemiyordum fakat buna mecburdum. Kral olarak ülkemin topraklarını korumak, geliştirmek, güzelleştirmek ve bunun için savaşmak zorundaydım. Ama en önemlisi de bunları layıkıyla yapabilmem için sevdiğim kadının yanımda olmasına ve bana güç vermesine ihtiyacım vardı. Ben onsuz hiçbir şeydim ve sadece onunla bir bütün olabiliyordum.

Ayakkabılarımı giyerken duyduğum ayak sesleri ile hızla doğrulup arkamı döndüm ve ciddi bir tavırla "Sen gelmiyorsun Seokjin" dedim.

Her yere onunla gitmek özgürlüğümü kısıtlıyordu. Bu korumacı tavırlarını anlıyordum, sonuçta görevini yapıyordu. Tamam, bende onun yerinde olsam aynısını yapar tuvalete gitse bile peşini bırakmazdım ama biraz da olsun nefes almaya ihtiyacım olduğunu düşünüyordum. En azından beni kimsenin tanımadığını düşündüğüm bu yerde başıma birşey gelebileceği ihtimalini bile vermiyordum ki kendimi koruyabilecek kadar bilgim, gücüm ve yeteneğim olduğunu düşünüyordum.

"Sende biraz pazarda dolaş istersen. Kendine yeni kıyafetler al, güzel yemekler ye. Hem belki bir kızla falan tanıştırsın" gülerek söylediğim şey onu da gülümsetmişti. Benim peşimde koşmaktan kendine vakit ayıramadığı için onun da benim kadar özgür hissetmeye hakkı vardı.

"Peki, majesteleri. Dikkatli olun" başımı salladıktan sonra dışarıya çıktım. İtiraz etmeyişi beni rahatlatmıştı.

Ilık esen rüzgarın tenime çarpmasıyla yüzümdeki gülümseme çoğaldı. Ağaçların arasından geçerken rüzgarın esintisiyle kıpırdayan yaprakların sesi bana umut verirken adımlarımı heyecanla atıyor ve bir an önce uzaktanda olsa onu görmek için sabırsızlanıyordum. En son yaralandığım gün onunla yüzyüze gelebilme fırsatım olmuştu ve bir daha da onu kızdırmamak için karşısına çıkmamıştım. Çünkü; biliyordum ki o konuşmak isteyene kadar beklemeliydim. Sabırla beklemeli ve pes etmemeliydim. Belki o zaman bir şansım olabileceğini düşünüyordum. En azından kendimi ifade edebilmek için.

The Joseon Dynasty ♛ RoséKook ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin