"Deniz gibi insan ol.
İkiyüzli olma.
Dışın güzel olsun,
için dışından daha güzel olsun."~Sihirli kelimeler dükkanı
.....Herşey gerçekdi, herşey. Yani... Tamam, itiraf ediyordu, hepsi gerçek değildi. Yalan diye bir kavram elbette vardı fakat bunun ardını bilmiyordu. Yalanları sayamazdı çünkü... Çünkü bilmiyordu! Gaybı bilmiyordu işde. Ama yine de bildiği birşey vardı. Çok, çok fazla gerçek vardı. O, bunu biliyordu.
Mesela, mesela gökyüzünde parlayan, cansız yıldızlar gerçekdi. Ne tarafa döneceğini şaşmadan bir yörüngede akıp giden gezegenler de gerçekdi. Gökyüzünde kanat çırpan o güzel kuş gerçekdi. Yahut renkli desenleriyle 'Subhanallah' dedirten, ömrü bir gün kadar olan o kelebek gerçekdi! Bir hadis için yollar kat eden, ilme hayatını adayan o alimler gerçekdi. Onların asırlar önce yazdıkları kitaplar, ve okuduğumuzda onlara yazılmaya devam eden sevaplar gerçekdi. Gece boyu dans edip müzik dinleyen o genç gerçekdi! Ve bununla beraber, gece uzun uzun alnını yere dayamış secde eden, dilini zikirlerle süslerken ellerini dua etmek için kaldıran Cafer gerçekdi! Kirpiklerinden damlayan merhametin ve temiz yüreğin dışa yansıması olan o göz yaşları gerçekdi. Sahi, bu mükemmel gerçekler gerçekten de gerçek miydi? Fazla mükemmeldi çünkü. Belkide, belkide hayaldi...
Belkide gerçek değildi. Olamaz mıydı? Belkide bir rüyadaydı, yakında uyanacakdı. Elbette olamazdı! Saçmaladığını düşündü Sevde, aynı şu; hayatın bir video oyunu olduğunu söyleyenler gibi! Kendi kendine güldü. Rüya olamayacak kadar... Saçmaydı fakat bu hayat, yaratılan varlıklar ve dünyadaki bazı şeyleri şöyle ifade ediyordu: 'gerçek olamayacak kadar hayal, hayal olamayacak kadar gerçek.' Karışık bir cümleydi belki ama, o seviyordu.
Ne diyordu en son?
Ve, aradan geçen beş yıl da gerçekdi. O beş yılda doğup batan güneş gerçekdi. Sabahları yenilen kahvaltı gerçekdi. Kış mevsiminde yağan kar gerçekdi. Onca zaman, saatler ve dakikalar gerçekdi. Bu gerçeklerin arasında, içinde birsürü şeyi barındıran, dil ile öylece söylenen fakat içinde bir yaşanmışlık olan beş yıl! Evet, beş yıl! Bu beş yılın içerisinde hala kendisini sevmeye devam eden o şahsiyet...
O da onca gerçeklerin arasından; sadece bir gerçekdi...
* * *
Tekrar aynı noktadaydı. Dönmüş, dolaşmış, tekrar kendini aynı noktada bulmuşdu. Solunda, koltuğun en sağında oturmuş, kollarını göğsünde birleşdirmiş, sirke satan suratıyla sehpaya bakıyordu. Sehpanın üstünde birtane örtü varı, onun üstünde de şık bir kap. İçinde ise kırmızı, kuru gül yaprakları. Cafer'in evinde televizyon yokdu, karşıdaki beyaz televizyon masasının neden var olduğunu Sevde çok merak ediyordu. Aslında Cafer'in evi taşındığında eşyalıydı, o yüzdendi bu masa. Sevde hareketsiz bir şekilde pişmiş kelle gibi somurtarak bakmaktan vazgeçmedi.
Sağ elinde kırmızı, sol elinde beyaz, kulplu, büyük ve porselen kahve bardaklarıyla mutfaktan çıkdı Cafer. Kahve bardaklarını masaya bırakdı. Biraz önce Bedri ağabeyini arayıp durumu az buçuk anlatmış, bu gün izin istemişdi. Aslında izni pazardı, fakat Bedri ağabeyi oldukça iyi bir patrondu. İzin vermişdi. Cafer arkasını döndü, mutfaktan Sevde için aldığı lokma tatlısını ve çerezi getirdi. Onları da masaya bırkarak Sevde'nin tam yanına oturdu. Sevde'nin yüzünde peçesi vardı. Yemek dışında hiç çıkarmıyordu. Yemeğe de nadiren geldiği için...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ℝ𝕒𝕪𝕚𝕙𝕒
Teen Fiction(3 Bin okunma için teşekkürler. Hayalimdi.) "Ne düşünüyorsun?" İç çekdi. "Ben, o, Tevhid, herşeye rağmen eninde sonunda bağlanan kalbim..." *** #roman