16. BÖLÜM / CİVCİV

10.6K 503 20
                                    

Bana eskiden "Civciv" demelerinin bir nedeni vardı. Ben dur durak bilmeyen, ele avuca sığmayan bir çocuktum. Kimileri beni erkek çocuklarına benzetirdi. Cinsiyetimi belli eden tokam ve kıyafetlerim olmasa ayırt eden çıkmazdı. Şimdiye nazaran daha açık renkte olan saçlarımı görünce bu lakabı takmışlardı herhalde.

Mahallede oradan oraya koşturur, onları deli ederdim. Çıkarttığım ve neden olduğum tüm sesler nedeniyle mahalleliden aileme çok şikayet gelirdi. Üstelik esnafa da zararım vardı. Yaz ayları sabahtan akşama kadar dışarıda olduğumuzdan gürültüyü bırak, az kapı çerçeve indirmemiştim. Bir de bakkal İbrahim amca ile laf dalaşına girmelerim vardı tabi. Kimse başa çıkamazdı benimle. Ne kadar yaramaz olduğumu kendim de bilirdim fakat çocuktum en nihayetinde. Kendimi düzeltmek içimden gelmezdi.

Mahalleyi birbirine katmak en büyük hobimdi. Herhangi bir krize sebep olduktan sonra sessizce olanları izlerdim. Annem hep "Senin el elinde çekeceğin var kızım." derdi. O zamanlar ne demek istediğini anlamazdım ama sonradan gayet iyi anlamıştım.

Yıllar geçse de değişmemiştim anlaşılan. Ne sözler vardı başka? "Can çıkar, huy çıkmaz.", "İnsan yedisinde ne ise yetmişinde de odur." Haklılardı. Yirmi küsür yaşındaydım ama mahalleye döndüğümdeki amacım yine ortalığı karıştırmaktı.

"Oyun başlasın." dedim kendi kendime.

Her zaman çantamda taşıdığım küçük not defterini çıkarttım. En son, buraya taşındığım ilk gün açmıştım bu defteri.

Madde 2. Onlarla tanış.

İkinci maddenin üzerine de çizik attım. Elimdekileri kimse görmeden aceleyle çantama tıktıktan sonra derin bir nefes aldım.

Nehir öğretmen, namı değer Civciv, bugün sıvamaya başlamıştı kollarını. Artık benden kimseye rahat yoktu. İlk işim, Şeyda'nın evine bir sürpriz kutu yollamak olmuştu. İçinde ise onun nefret ettiği, tiki olduğu limonlar vardı. Kimse ne olduğunu anlamaz, diyemezdim. Çünkü üzerinde onun adı ve soyadı yazıyordu. Bilerek yapılan bir şey olduğu elbette anlaşılacaktı.

"Nehir!"

"Aa!" diyerek çığlık attım. Bir anda ayağa kalkmıştım.

Uzun zamandır tek başıma oturuyordum. Söğüt ağacına geldiğimde etrafta kimsecikler yoktu. Arkamı döndüğümde beni korkutanın Alper olduğunu gördüm. Ellerim kalbimde, bağırmaya başladım.

"Alper çocuk musun?"

Alper cevap vermek yerine iştahlı bir şekilde güldü.

"Alper!" diye uyardım onu sinirli sesimle.

"Tamam sakin ol, Küçük Öğretmen."

Derin nefesler alarak kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum. Eğer dalıp gitmişsem birinin beni korkutmasından nefret ederdim.

"Yemekte yürek mi yedin, hayırdır?"

"Evet." dedi ahşap piknik masasına otururken. Ayakta duran beni görebilmek için ters oturmuştu. "Ne yapıyorsun burada?"

İçimden cevap verdim. "Elinin körünü." Fakat bunu yüzüne söylememeyi tercih ettim.

"Hava almaya çıktım." diye cevap verdim.

"Otursana."

Söylediğini yapıp yanına oturdum. Beyaz omuz çantamı bacaklarımın üzerine koyduğumda başımı ona doğru çevirmiştim.

"Peki sen neden geldin?"

Birkaç saniyeliğine sessiz kaldı. Ardından burukça gülümseyerek kahvelerini uzakta bir yere kaydırdı.

KÜÇÜK ÖĞRETMENHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin