Amacım neydi ki benim? Zaten amaçlarımın bir tanesi de intikam almak değil miydi? Evet, öyleydi.
Fakat benim amacım bu kadar kanlı değildi. Gözümü karartıp da yapabileceğim en kötü şey en fazla kalp kırmak olabilirdi. Bir kalbi yakıp kül etmek değil.
İmtihanıma doğru giden yolda göz yaşlarım yanaklarımdan süzülüyordu. Burak biraz önümde yürüyor, ben isteksizce arkasından onu takip ediyordum.
"Ağlama. Ağlarsan işime yaramazsın."
Burnumu çektim. Elimin tersiyle yüzümdeki ıslaklıkları silmeye çalışırken bir yandan öfkeyle ona doğru bakıyordum.
"Senden nefret ediyorum."
"Açıkçası ne hissettiğin önemli değil. Sen orada dediğimi yapacak mısın yoksa işime gelmese de gerçekleri herkese anlatmama izin mi vereceksin?"
"Hani beni ifşalamayacaktın?"
"Vazgeçtim." dedi uzatarak.
Artık neredeyse partinin olduğu alana kadar gelmiştik. Buğulu gözlerimi elimle kurulayıp tanıdığım herkesi uzaktan izlemeye başladım. Hayatımda vereceğim önemli kararlardan bir tanesini vermek üzereydim. Ya Burak'ın tehtidini reddedip her şeyi göze alacaktım, ya da kabul edip Alper'in gözündeki konumumu değiştirecektim. Hangisi ağır basıyordu? Hangisinde birilerinin canı az yanıyordu?
Alana varana kadar birçok düşünce geçti aklımdan. Kendimi her ihtimali düşünmeye zorladım. Tehtidi reddettiğimde bir tek Alper'in değil, tüm mahallenin gözünde kötü bir duruma düşecektim. Hiçbir açıklama yapmadan kötü bir şekilde ifşa olursam herkesin kalbi kırılacaktı. Ve ben çocukluğuma yaran açanları affedememiş, en önemlisi kendimi affedememiş kalacaktım.
Ama kabul edersem, o zaman ne olacaktı? Yüreği sevdaya düşmüş bir insanı ateşler içine atacaktım. O benden zamanında vazgeçebilmişti. Ben de istesem vazgeçebilirdim. Neydi beni durduran? Kalbimdi. Her atışında onun çekeceği acının daha fazlasını hissederdim ben. Dayanamazdım ki. Kötü biri gibi davranamazdım.
"Tam zamanında gelmişiz." diye bana doğru seslenen Burak'ın yüzüne bakmadım ilk önce. Çalan şarkının farkında bile değildim. Terazime düşüp de kırılabilecek kalpleri tartıyordum. Fakat her tarttığımda sonuç farklı çıkıyordu.
Aniden başımı Burak'a doğru çevirdim. Ben kendi içimde hesaplaşmaya düşerken bir ihtimali görmezden gelmiştim. "Blöf yapıyorsun." diye tiksinircesine sessizce haykırdım.
Dudağının ucuyla gülümsedi. Beni küçümsüyordu. Bakışlarım daha çok sertleşti.
"Anne ve babamızın şarkısıymış. İsteyenler çiftimize eşlik edebilir."
"Mifrafon mu o?" diyerek bir anda oraya doğru yöneldi.
Yüzümü buruşturdum. Dünyanın en hızlı seçimini yapmak zorundaydım. Ve seçimimi onu durdurarak yapmıştım. Hızlı adımlarla yanına ulaşıp ona doğru seslendim.
"Tamam."
Yavaş yavaş arkasını döndü. Gözleri bana değdiğinde ne kadar zevk aldığını görebiliyordum. Bugünden sonra Buraktan daha çok nefret ediyordum.
"Aferin."
Ve hiç zaman kaybetmeden bileğimden tutup dans eden birkaç çiftin yanına doğru sürüklemişti. Hırsı gözünü kör etmişti resmen. Daha ne olduğunu anlamadan kendimi onunla dans ederken bulmuştum.
Zorla boynuna sardırmaya çalıştığı kollarımdan bir tanesini sertçe geri almış ve elini tutmuştum. Dans edeceksem de ona sarılarak edecek halim yoktu. Öfkemi gizlemeye çalışarak dik dik keyifli yüzüne baktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÜÇÜK ÖĞRETMEN
Romanzi rosa / ChickLitCivciv, yıllar sonra doğup büyüdüğü mahalleye öğretmen olarak atanır. Ama kimse onun kim olduğunu bilmez. O, artık Küçük Öğretmen'dir. Yıllar geçse de üstünden, kızımızın huyu aynıdır. Mahalleye bir oyun oynar. Bakalım Küçük Öğretmen, herkesi ne kad...