Burak'ı yıllar önce tanıdığımda inatçı, huysuz bir çocuktu. Oyunlarımıza onu aldığımızda gereksiz hırs yapardı. Bu yüzden onunla oynamaya hiç istemezdim. Fakat Alper'in isteği yüzünden de bazen oynamak zorunda kalırdım.
Hiçbir zaman anlamazdım onların arkadaşlığını. Alper beyaz ise Burak siyahtı. İkisi bambaşka karakterlerdi. Gerçi zıt kutuplar birbirini çeker derlerdi ama benim gördüğüm şey bu değildi. Alper ne kadar iyi niyetliyse Burak kötü niyetliydi.
Mezuniyet balosu gününde ise tamamen emin olmuştum buna. Bana bunu yapan bir insan, Alper'in arkadaşı olmaya hak etmezdi. Alper benim duygularımı incitmeyi bırak, gözümden yaş akmasına tahammül edemezdi. Fakat sonradan aklıma gelmişti ki aslında bana en büyük kötülüğü yapan kişi de Alperdi. İnsanı en çok yaralayan sevdiklerinden gelen zarardı. Alper beni yokluğuyla cezalandırmıştı.
Çalışma masamda sınıfım için plan hazırlıyordum. Fakat kafam öyle bulanıktı ki kendimi dalıp gitmişken buluvermiştim. Daha fazla devam edemeyeceğimi düşünüp bilgisayarı kapattım. Öğretmenlik zor işti. İşim okuldan eve gelince bitmiyordu. Özellikle okul öncesi öğretmeniysen iş asla bitmezdi. Planlar, etkinlikler derken kafamı kaşımaya bile vakit kalmıyordu. Dakikalardır masa başındaydım. Salonun büyük penceresine vardığımda vücudumu uzun bir süre esnetmekle meşgul oldum.
Bugün hava açıktı. Masmavi gökyüzünü süsleyen güneş, çok güzel gülümsüyordu. Pencere önünene yaslanıp dışarıyı izlemeye başladım. Dünden beri henüz kimseyle iletişim kurmadığım aklıma gelince koltuğun üzerinde kalan telefonuma doğru uzanıp tekrar pencereye geri döndüm. Nil'i aramaya karar verdikten sonra dışarıyı izlemeye kaldığım yerden devam ettim.
"Efendim Nehir?"
"Kuzum, nasılsın?"
"İyiyim. Sen nasılsın?"
"Ben de iyiyim. Ne yapıyordun?"
"Müvekkilimi uğurladım az önce. Sen?"
"Plan hazırlıyordum."
"İki gündür sesin soluğun çıkmıyor. Hayırdır?"
"Hayır olsun inşallah. Birsürü şey oldu."
Kısa bir hışırtının ardından Nil hızlı bir şekilde konuştu. "Anlat çabuk."
Nereden başlasam diye düşünürken elimi pencere önündeki mermerde gezdirmeye başlamıştım. "Biliyorsun, en son Burçak gelmişti."
"Evet."
"Sağolsun çay, çorba hazırladı. Alperden de ilaç getirmesini istemiş. O geldi sonra."
"Burçak'a bak sen. Sizi yüzyüze getirmek için hemen onu aramış."
"Deme öyle. Başka kimi arasın?"
"Neyse, sonra ne oldu?"
"Burçak'ın hastasıyla ilgili acil bir işi çıktı. Giderken beni Alper'e emanet etti. Gece beraberdik. Gerçi ben erkenden uyuyakalmışım ama..."
"Geceyi aynı evde başbaşa mı geçirdiniz?"
"Öyle oldu."
"Seninle iyi ilgilendi mi bari?"
Derin bir nefes alıp verdim. "İlgilendi sağolsun. Burçak çorbayı zencefilli yapınca zorla içirdi. İlaçlarım ile ilgilendi."
"Bu kadar mı yani?"
Nil ile konuşurken aklıma bir ayrıntı daha gelmişti. Sabah uyandığımda üzerimde battaniye vardı. Üstelik daha rahat bir pozisyonda yatıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÜÇÜK ÖĞRETMEN
Chick-LitCivciv, yıllar sonra doğup büyüdüğü mahalleye öğretmen olarak atanır. Ama kimse onun kim olduğunu bilmez. O, artık Küçük Öğretmen'dir. Yıllar geçse de üstünden, kızımızın huyu aynıdır. Mahalleye bir oyun oynar. Bakalım Küçük Öğretmen, herkesi ne kad...